• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tankutoztuna
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905447718131
  • https://www.twitter.com/@sevendoor
  • https://www.instagram.com/tankutoztuna
Ne Düşünüyorum?

 

Hiç Bir şey göründüğü gibi değildir.

Gördüklerin de göründüğü gibi değildir.

Ancak görmek istediğin şekildedir.

Hava Durumu

booked.net

Küçük Hikayeler
Takvim
Videolar
Yanlış Bildiklerimiz
Reklam

Reiki ve Bilgelik Kitabı

ÖNSÖZ

 

Reiki ile tanışmama engelli oğlum Hüseyin Aykut sebep oldu. Lissen Sefali hastası olan oğlumun beyninde üç bölgede oluşmamış beyin kıvrımları vardı. Bu oluşum bozukluğu daha anne karnındayken gelişmiş.  Doktorlar ultrason kontrolleri sırasında durumu fark etmişler. Bizim için tıbbın yapabileceği tek şey oğlumun epilepsi nöbetlerini ilaç yoluyla engellemekti. Bu beni alternatif yollara sürükledi. Öncelikle refleksoloji ilgimi çekti. Ancak işi büyük ölçüde maddiyata döktüklerinden bilgiler gizli tutuluyor ve kendi dilimizde çeviriler de bulamıyordum. Ufak tefek bilgiler de oğluma çok fayda sağladı. Reiki ile tanışmam cep telefonumu kurcalarken gözümün bir yazıya takılmasıyla oldu. O yazıyı takip ettikçe kendi yaşadığımız yerdeki bir bayanın ismine kadar geldim. Tereddüt etmedim hemen aradım. Görüştüğüm bayan oldukça kibar ve konusuna hâkim bir ses tonuyla sorularıma cevap verdi. Ben ilk eğitimimi bir seminerde geçireceğimi sanıyordum. Bana eğitimi uzaktan verdiğini söylediğinde içinde bir sahtekârlık olacağı düşüncesiyle konuyu bir süreliğine unutmaya karar verdim. Her gün durmada internet ortamından konuyu araştırdım. Hatta kitabını okuduğum bir yazarın da Reiki Master/Teacher (Büyük Öğretmen) olduğunu öğrendiğimde ona bile eposta yoluyla sorular yönelttim. Yazar bayan bana cevap verdi. Herhangi bir şekilde dolandırılırsam eğitimi kendisinin ücretsiz vereceğini söyledi. Ben bunu ardından yaptığım bir ödeme sonrası uzaktan 1. Seviye Reiki’ye uyulmandım.

 

Reiki eğitimimin her safhasında şifa çalışmaları konusunda birçok kez umutsuzluğa düştüm. Her seferinde o ilk uyumlanma tecrübem bana can simidi oldu. Uyumlanma anında hissettiklerimi asla yalanlayamam. Hissettiklerim gerçekti ve daha önce yaşanmamıştı. Reiki öğrenmeden önce de yıllarca insanlara faydalı olmaya çalıştım. Reiki ile inançlarım arasında uyumsuzluklar yaşadım. Sonunda anladığım “kanal olma” gerçeği beni bu alternatif şifa yolunda ilerlemem için destekledi. Ben şifa vermiyordum. Bir kanal olmaktan başka bir şey değildim. İçinden su akan bir boru neyse ben de oydum. Burada ilahi olan şey ise o borunun ucunda takılı olan çeşmeden su içmek isteyenleri gönderen bir yaratan olmasıydı. Şifaya ihtiyaç duyan ve tüm tıbbi çareleri deneyen ve ancak çare bulamayan insanlar bir şekilde beni buluyor ve yaratanın şifasına kanal olmamı istiyorlardı. Yalnızca insanlar değil, hayvanlar da beni gördüklerinde ilginç tepkiler veriyorlardı. Kedi ve köpekler yanıma gelip ayaklarımın önünde uzanıyor ve şifa bekliyorlardı. Onları gönderen bir şey vardı…

 

Reiki ile ilgili öğrendiğim ilk yasa “Tekâmül Yasası” oldu. Bu yerküre bir eğitim sahnesiydi ve dünyaya gelen insanın öğrenmesi gereken şeyler vardı. İnsanlar tekâmül ederlerken öğrenmesi gerekenleri reddettikleri için kendisine zıt düşmekte ve hastalanmaktaydılar. Hastanelere gittiğimde gördüğüm en önemli şey hastaların rol yapamıyor olmasıydı. Normal hayatlarında başka biriymiş gibi görünen insanlar hasta olduklarında bu imajdan sıyrılıyorlardı.

 

İnsanlar kendilerini hasta ediyorlardı. Hastalık zihinseldi. Zihin ortadan kalkınca hastalık da ortadan kalkıyordu. İnsanların düşünme biçimini değiştirmek hiç kimsenin haddine değildir. Bu güç, varoluşta verilmiş en büyük haklardan biri olan kişinin düşünme hakkının teminatıydı. Bir düşünceyi ancak insanın kendisi değiştirebilirdi. Ancak düşünce oluşumu konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Düşünceleri kişinin dışındaki her şey oluşturmaktaydı. İşte bu boyutta gerçek bilgiyle sanı denilen şeyin farkına vardım. Ailede ve okullarda gerçek bilgi yerine bir sürü sanı öğretildiğini gördüm. Gerçek bilgi deneyerek, yaşayarak öğrenilen bilgiydi. Sanı ise denemeden, yaşamadan öğrenilmiş bilgiye karşılık geliyordu. Kutuplarda altı ay gece altı ay gündüz olduğunu bilmiyor, sanıyorum. Çünkü orada olup 12 ay boyunca yaşamadım. Başkalarının dediğine inandım. Anladım ki sanılar ile gerçekler çelişmeye başladığında hastalıklar da başlıyordu. Neden başlıyordu? İnançlar düzeyinde bilinmeyen biliniyormuş gibi yapılıyordu. İlk sahtekârlık kendi kendimize yapılıyordu. Sanılar birer gerçek bilgi gibi algılanıyor ve bünye bunun denenmemiş, yaşanmamış olduğunu bildiğinden zihinden atmaya çalışıyordu. Kişi ise bunu tutmaya harcadığı enerjiyle büyük bir güç kaybına uğruyordu. Zayıflama ise hastalıkla sonuçlanıyordu. Çevremde Reiki enerjisi ile şifa bulma şansı olan birçok insan vardı ve beni görmezlikten geliyordu. Bunu bir türlü anlayamıyordum. Sonunda anladığımda bunun onların tekâmülü olduğuna saygı duydum. Oğlumu iyileştirme çabalarımda onun tekâmülüne ne zaman müdahale etsem bana bağırdığını ve kızdığını gördüm. Bir başka pencerede onun tekâmülünün çevresindeki insanların da tekâmülü olduğunu anladım. Sonuçta oğlumun engel durumunu değiştirmeye çalışmam onun ve başkalarının tekâmülünü değiştirme çabası olduğunun farkına vardım. O bu dünyaya engeli ile ders vermeye ve bizi eğitmeye, örnek olmaya gelmişti. O zaman benim görevim onun tekâmülüne müdahale etmek değil, yaşam konforunu arttırmaktı.

 

Reiki oldukça güvenli bir yoldur. Bioenerji ve diğer alternatif şifa ile ilgilenen insanlar seans sonunda deşarj olmak durumundadırlar. Şifaya ihtiyacı olan kişiyle kurulan iletişimde, hastanın tüm kötü enerjisi şifacıya akar. Şifacı bundan kurtulmak için toprakla uzun zaman temasa girmek zorundadır. Yoksa kendisi de hastalanır. Reiki tek yönde aktığından böyle bir tehlike söz konusu değildir. En ilginç tarafı ise; şifacı Reiki yaparken şifacının önce kendisini sonra hastayı iyileştiren zeki bir enerjiyi aktarıyor olması çok ilginçtir. Şifacıda bir sorun varsa önce ona yönlenen, sorunu hallettikten sonra hastaya akan bir enerjidir.

 

Önemli bir açıklama daha yapmakta fayda görüyorum. Reiki destekleyici bir şifa yöntemidir. Hastalanan kişi önce bir doktora görünmelidir. Doktorun teşhis ve tedavisi bizim için çok önemlidir. Bu tedavi sürecinde iyileşmeyi hızlandırmak ve ilaçların yan etkilerini azaltmak için Reiki çok faydalı olmaktadır. Hiçbir reiki uygulayıcısı teşhis koymaz. Reiki uzmanı vücutta tarama yaptığı bölgelerde enerji dengesizliği sezerse sadece doktora gidilmesi konusunda uyarıda bulunur. Bu tür uyarılar erken teşhis için çok faydalı olabilir.

 

 

REİKİYE GİRİŞ

 

Reiki dünyada birçok gelişmiş ülkede kullanılan alternatif şifa yollarından önde gelenlerden birisidir.

 

“Rei” her yerde var olan ki: ruhsal yaşam enerjisi anlamına gelmektedir. Sözcük anlamı, Japonca’da, “Evrensel Yaşam Enerjisi” anlamına gelmektedir. Reiki herhangi bir din yada inanç şekli değildir her inanca sahip insan tarafından kolaylıkla uygulanabilir. Reiki tıbbı reddetmez aksine tıbbi tedaviye destek olma işlevindedir. Hastaların mutlaka tıbbi tedavi görmesi gerektiğini savunan reiki uygulayıcıları reikinin faydalarını tüm dünyanın daha iyi görmesini sağlamışlardır.

Reikinin hiç bir zararı ya da yan etkisi yoktur, zamanla unutulmaz ve etkisi kaybolmaz. Birçok hastalıkta tıbbi tedaviyi tamamlar, zihinsel ve bedensel gerginlilerden kurtulmayı sağlar, ilaçların yan etkisini azaltır, yorgunlukları giderir, bağımlıklardan kurtulmaya yardım eder kısaca pozitif enerjiyi arttırma ve kişisel gelişim anlamında önemli pozitif etkiler yapar.

Reiki bugün dünyada yaklaşık iki milyon kişi tarafından uygulanmaktadır ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. Dünyada birçok hastane reiki uygulamayı bütünleyici kabul etmekte ve reikiyle ilgili çalışmalara önem vermektedir. Reiki uygulayıcılarda sezgileri güçlendirir, ruhsal farkındalığının artmasını sağlar. Reiki evrensel bir enerjidir ve hiç bir kişinin tekelinde değildir. Reiki ile herkes kendinin şifacısı olabilir.

 

Dünyada Reiki Kullanan Hastaneler

Yale University Hospital,
University of Michigan Hospital,
Throat Hospital in New York,
Memorial Sloane Kettering Hospital,
South Pointe Hospital,
Imperial Point Medical Center,
Ayrshire Central Teaching Hospital,
Kirklandside Hospital,
Ailsa Hospital,Croy Day Hospital,
St. John's Hospital,
Elliot Regional Cancer Center,
Portsmouth Regional Hospital in Portsmouth,
California Pacific Medical Center,
Kent County Hospital,
R.I,Brookhaven Hospital,
Meriter Hospital in Madison,
Baptist Hospital in Nashville,
Hartford Hospital,
The Charlotte Hungerford Hospital,
Thompson Hospital,
Columbia Presbyterian Hospital,
Beth Israel Hospital,
Kesler Institute,
California Pacific Medical Center,
Portsmouth Regional Hospital,
Marin General Hospital,
Lynden Hill Clinic,
Veterans Hospitals.California Pacific Medical Center

 

Reiki maalesef ülkemizde henüz yasal değildir. Bunun en büyük sebebi sahtekârların bu konuda halkı sömürmesinden kaynaklıdır. Bu sahtekârlar yüzünden ülkemizde Reiki ve diğer alternatif şifa yöntemleri zan altında kalmıştır ve gerçek hizmetini insanlığa sunamamıştır. Bu insanlığın insanlığa yaptığı en büyük haksızlıklardan birisidir. Gerçek bir Reiki üstadı belli aşamalardan geçmiş, zahmetli birçok yol kat etmiştir. Reiki ile yıllarını geçirmiş ve farkında lığının en üst seviyesine gelmiştir.

 

Reiki üç aşamadan oluşmuş bir şifa sanatıdır. Birinci aşamada eller ile direk hastanın teması gerekmektedir. İkinci aşama birinci aşamanın mümkün olmadığı hallerde kullanılır. Yakında olmayan hastalara uzaktan şifa göndermek içindir. Birinci seviyedeki Reiki şifacısı uzakta bir hastaya şifa gönderme ihtiyacı duymadan ona ikinci seviye eğitimi verilmez. İkinci seviyede şifacıya bazı semboller öğretilir. İkinci seviyede şifacılar üç adet sembolü şifa için kullanmaya başlarlar.  İlk sembol anahtar görevi görür ve şifayı başlatır. Aynı zamanda şifayı güçlendirir. Evrenin tüm enerjisini odaklamaya yarar. İkinci sembol duygusal dengeleri sağlamaya yöneliktir. Üçüncü sembol ise zamanı ve mekânı ortadan kaldırarak Reikiyi sınırsız hale getirir. Bu üçüncü sembol ehil ellerde olmalıdır. Bu yüzden her şifacı ikinci seviyeye ulaşamaz. Birinci seviye kişinin kendisini şifalandırması ile alakalıdır. İkinci seviye ruhunu şifalandırmasıyla alakalıdır. Her ikisini başarmış şifacı, gerekli özellikleri taşıyorsa üçüncü seviye, yani öğretmenlik seviyesine ulaşır. Bu son seviyede şifacıya üstatlık özelliklerini taşıyan yeni bir sembol öğretilir. Sembol ile birlikte uyumlama  “İNSİYE ”denilen öğretme şekli verilir. Buna bizim kültürümüzde elverme de diyebiliriz. Bu aşamada üstat yalnızca reiki kanalı olmakla kalmaz aynı zamanda nasıl kanal olunacağını da öğretmeye başlar.

 

İnsanlar doğuştan reiki yapabilme becerisiyle doğarlar. Bir çocuk düştüğü zaman annesi hemen elini çocuğun canının acıdığı yere koyar. Başınız ağrıyorsa elinizi başınıza koyarsınız. Karnınız ağrıyorsa ellerin karında olduğunu fark edersiniz. Bu ellerin hasta olan yere koyma içgüdüsü buradan gelir. Her insan doğuştan reiki şifacısıdır. Doğuştan gelen bu yetenek üç yaşına kadar aktiftir. Bilinçli bir şekilde kullanılmadığında üç yaşından itibaren özelliğini yitirir. El çakraları pasifleşir. Bizler uyumlama esnasında el çakraları ve ona bağlı sistemi tekrar aktif hale getiririz. Bu yetenek zaten doğuştan hepimizde olduğundan,  ben birinci seviye uyulmamalarına ücret talep etmem. Daha sonraki seviyeler kendini geliştirme seviyeleri olduğundan normal ders statüsünde değerlendiririm.

 

 Kısaca reiki kademelerini şöyle sıralayabiliriz.

 

  1. Seviye Reiki
  2. Seviye Reiki
  3. Seviye 3-A Master
  4. Seviye 3-B Master /Teacher

Grand Master Teacher  seviyeleri. Reiki Grand Master seviyeleri 5. seviyeden 18. seviyeye kadar belirlenmiştir. Bu seviyelere 5&6 ve 7&8 birlikte olmak üzere 9-18. seviyelere tek olarak uyumlanılmaktadır.

 

Usui Reiki 1. Seviyesine uyumlanan öğrencide Reiki kanalı açılır. 1. Seviyede olan öğrenci fiziksel düzeyde reiki çalışmaları yapabilir, yakından şifa çalışmalarında, hastalığın durumuna göre ellerini uygun pozisyona yerleştirip çalışma yapabilir.

 

Usui Reiki 2. seviyesine uyumlanan öğrenciye 3 sembol verilir. Öğrenci, fiziksel düzeyde çalışmalarının yanında uzaktan da bu sayede enerji çalışması yapabilir. 2. seviyeye uyumlanan öğrencinin enerji seviyesi artar.

 

Usui Reiki 3. seviyesine uyumlanan öğrenci, masterlık yetisi alır. Masterlık için 1 yeni sembol daha öğrenciye verilir. Öğrencinin bu seviyeye gelebilmesi için hayatına reiki felsefesini getirmesinden çok bu enerjiyle çokça çalışma yapması, önemli bir sorumluluk alacağının bilincinde olması gerekir.

 

Her seviyede şifacının reiki aktarma hızı artmakta ve yoğunlaşmaktadır. Üstatlık seviyesine gelmiş şifacılar reiki ile tedavi dışında daha başka yetenekler ve özelikler kazanmaktadırlar. Seviye arttıkça görevler daha çok evrenselleşmekte ve bütüne daha çok yansımakladır. 

 

Reiki konusunda,  Reikinin babası olan Dr. Mikao Usui’ den bahsetmeden geçemeyiz. Reiki yaklaşık olarak M.Ö 5000 yıllarında Tibet uygarlığında şifa vermek için kullanılan bir yöntemdi. Mu ve Atlantis uygarlıklarında okullarda okutulan zorunlu bir dersti. Tibet ezoterik uygulamaların en önemli merkezlerinden biri olarak tarihte yer almış ve günümüzde de kısmen bu özelliğini koruyan bir bölgedir. Daha sonra Reiki uygulaması gizli bir öğreti olarak tarihte yer almış ancak bu konuda eğitim alan özel kişilerce kullanılmış ve kapalı bir dünyada yaşamıştır. Mu ve Atlantis uygarlıklarında okullarda okutulan zorunlu bir ders olduğu tabletlerde görülmüştür.

Reikinin daha sonradan Hz. İsa tarafından kullanıldığına inanılmaktadır. Ancak 1900 yılların başlarında Japon bir rahip olan Mikao Usui uzun yıllar Tibet’te yaptığı araştırmaların sonucu da bir gün bir mağarada meditasyon yaparken yeniden Reiki bilgisine ulaşmıştır.

Mikao Usui sahip olduğu şifa yeteneğinin korunması kaybolmaması için bu yeteneği Dr.Chujiro Hayashi’e öğretti. Dr.Chujiro Hayashi ise eşine Reiki öğretmişti ancak eşinden başka bir kadına da reiki öğretmeyi düşünüyordu. Bu sırada tedavi olmak için Reiki kliniğine gelen Bayan Hawayo Takata’ya reikiyi öğretti. Reiki’yi Batıya tanıtan Bayan Takata’dır. Bayan Takata 1980′deki ölümüne kadar yirmi iki Reiki üstadı yetiştirdi. Ölümünden önce, yerini torunu Phyllis Furumoto’ya bıraktı.

 

Hastalıkların Sebepleri

Yaratılış birbirini izleyen bir sıra bilinçlenme basamağıyla oluşmuştur. Bilincin olmadığı yerde yaşamdan bahsedilemez. Bilinç dışında kalan her şey yok olarak algılanmaktadır. Kısaca bilinç kişinin farkında olduğu şeylerden oluşan bir genellemedir. Ses ve ışık dalgaları insanın duyma ve görme sınırları içindeyse algılanır. Algılanabilirlik sınırı dışında kalanlar var olduğu halde insan tarafından görülemez ve duyulamaz. Çok düşük desibellerdeki sesleri hayvanlar duyabilir ama insanlar duyamaz. Görme için de en iyi örnek X ışınlarıdır. Bizim duymadığımız veya görmediğimiz şeylere yok dememiz yanlıştır. Bunlar hassas aletler tarafından ölçülebilir.  Bilincin ötesinde de bir varoluş vardır. Algılayabildiklerimizin ötesinde bizi ciddi bir şekilde etkileyen olaylar da olmaktadır. Bu olayların nasıl olduğu ve ne şekilde çalıştığını öğrendiğinizde aslında hastalık denilen sorunun görünmeyen tarafına da şifa yollama şansınız doğacaktır. Günümüz tıbbı bu konuda çalışmalara başlamıştır. Duyguların, düşüncelerin ve enerji dengelerinin sağlık üzerindeki, etkisi yadsınamaz derecede önemlidir. İşte bu pencereden bakıldığında beden ve ruh dengesinin sağlanmış olması gerekir. Bedensel bir hasta ruhen de kendisini kötü hisseder. Ruhsal bir hastalık yaşayan kişi bedensel belirtiler de gösterir.

 

Her ne kadar bedenimizi yiyecek ve içeceklerle besliyorsak, ruhumuzu da sevgi ile beslememiz gerekir. Ruhun beslenmesi göz ardı edilirse ilerleyen yaşlarda zayıf kalmış bir ruh kendisini fiziksel beden de ifade etmeye başlayacaktır. İlgi ve sevgi ruhun ana besinleridir. Bedeninizi dengeli beslemediğinizde nasıl hastalanıyorsa, ruhunuzu da beslemediğinizde o da hastalanmaktadır. Hastalıkların kaynaklarından en önemlisi bu dengesiz beslenmeler ve ruh-beden dengesidir. Bütün vücudunuzu zihin yönetir. Zihninizi de düşünceleriniz yönlendirir. Kendinizi değersiz olarak görüyor ve bu dünyada var olmanızın gereksiz olduğuna inanıyorsanız zihin vücuda kendisini imha etmesini emredecektir. İşte size kanserin ruhsal sebebi. İleride bahsedilecek merkezler ve bu merkezlerde oluşan duyguların negatif düşüncelerden kaynaklı aksaklıkları da hastalıkların sebeplerindendir. Bu merkezleri incelemeye başlayalım.

 

 İlk insan yaratıldığında yaptığı ilk şey kendinin farkında olmasıdır. Bir “ben” bilincidir. Bu ilk farkındalık dünya ile kurulan ilk temastır. Bunu biraz hikâyelendirirsek olay daha kolay anlaşılacaktır.

 

İlk insan olan Âdem yaratıldı ve canlandı.

 

  1. İlk olarak ellerine, ayaklarına, vücudunda görebildiği diğer yerlerine baktı ve varolduğunu anladı. Ben varım duygusunu yaşadı.
  2. Kendi varlığını anladıktan sonra kafasını kaldırdı ve çevresinde duran diğer varlıkları gördü. O anda sen ve siz duygusunu yaşadı.
  3. Kendisinin orada olduğunu ve o varlıkların da orada olduğunu gördü. O anda ben ve biz duygusunu yaşadı.
  4. Tüm gördüklerini kabul etti, buna saygı duydu, sevgiyle yaratılmış olduğunu anladı.
  5. Gördükleri ile ilgili fikirleri ve düşünceleri oluştu. Bunları seslerle, hareketlerle, ağlama ve kahkahalarla ifade etmeye başladı. Zamanı algıladı.
  6.  Gelecek diye bir şeyin olduğunu anlamasıyla planlar yapmaya ve geleceğe ulaşmaya çalıştı. Algılayamadığı başka şeyler de olduğunu anladı ve onları da algılamaya çalıştı.
  7. Yaratılış nedenini anladı, inançları oluştu. Umut oluştu.

 

Bu bahsettiğimiz yedi adım insanın yedi bilinç merkezine de denk gelmektedir.

 

  1. Güvenlik Merkezi.

 

İnsanın yiyecek, barınak, kişisel güvenlik konularının farkında olması merkezidir. Kişideki bilincin kendini güvende hissetmek için dünyadan yeterince şeyi almak için savaşmak duygusunu oluşturur.

 

  1. Duyum Merkezi.

 

İnsanın kendisine daha fazla zevk verici konuların farkında olma ve bu durum ile daha çok mutlu olma duygusunu oluşturur. Zevk verici durumlardan mahrum kalmamak için onlara bağımlı olma ve seks duygusu da burada oluşur.

 

  1. Güç Merkezi.

 

İnsanın kendisini kabul ettirme ve diğerlerinden güçlü olması gerektiği duygusu burada oluşur. İtibar, şeref, gurur duyguları burada oluşurken, üstünlük ve alçaklık duyguları da burada oluşur. Ego denilen toplumsal bilinç içerisindeki “Ben” duygusunun da oluşma yeridir.

 

  1. Sevgi Merkezi.

 

Kişide özne ve nesne ilişkisi başlar. İnsan bu durumda uyum göstermek zorunda olduğu duygusunu yaşar. Bu durumda insan çevresindeki diğer insanları ancak kendi olduğu kadar değerlendirebilir. Kendisi gibi değerlendirdiği herkesi ve her şeyi sevme duygusunu yaşar. Çevresindekileri kendisini bildiği gibi kabullenen insan onların kendisi gibi olmadığını anlar ve sorgulamaya başlar. Bedenen güzel gördüğü insanların ruhen kötü olduğunu gördüğünde kabullenme zorluğu çeker.  Kabullendiklerini sever kabullenemediklerini sevmez. Tercih burada hissedilir. Zaman algısı burada başlıyor.

 

  1. Bolluk Merkezi.

 

İnsan burada kabullenme ile sevecen bir hayatın mutlu olmak için ihtiyaç duyulan bolluk ve berekete açılan yolunu bulur. Kendisini burada izah eder ve varlığını dünyasal boyutta somutlar. Varlığının zenginliğini ve evrenin bolluk ve bereketini algılayıp bu dünyada maceralara atılır. Anlatır, yazar. Söyler ve dinler.

 

  1. Bilinç Ve Farkındalık

 

Bedenin ve zihnin beş duyu ile alakalı olmadığını anlar ve diğer boyutların farkına varır. Bu özgürleşme anlamında zamanın ve mekânın ötesinde bir boyut olduğunu algılar. Tarafsızca gözlemlemeyi ve planların mükemmel olmadığını anlama duygusunu yaşar. Bu hayatta gözlemci olmanın fakına varır.

 

  1. Kozmik Bilinç.

 

İnsan benlik farkındalığını aşar ve her şeyle bir olma farkındalığını yaşar. Bir şey olmaktan çıkıp hiç olma aşamasına geçer. Her şey hiçlikten yaratıldığından aslında her şey olduğunun farkındalığını yaşar.

 

Hastalıklar işte bu bilinç merkezlerinde oluşan korkulardan meydana gelmektedir. Merkezlerdeki duygular onların alakalı olduğu organ ve bölgelerdeki hastalıklarla alakalıdır. Hangi duygular bilinç merkezlerini olumsuz etkilemektedir?

 

 

 

 

 

 

  1. Güvenlik Merkezi

 

Güvende Olamama korkusuyla alakalıdır. Bu merkezde sorun yaşayanlar şunları yapmaktadır;

  • Malına düşkün olma.
  • Sahiplenme
  • Bencillik
  • Yaşama küskünlük
  • Hastalanma korkusu
  • Enerji eksikliği

 

  1. Duyum Merkezi

 

Mutlu olamama, yeterli olamama ve cinsellik korkularıyla alakalıdır. Bu merkezde yoğunlaşan insanlar şu davranışları sergilemektedirler.

 

  • Suçluluk Duygusu
  • Kendisini ifade edememe
  • Cinsel sorunlar
  • Saldırganlık
  • Saygısızlık
  • Tatmin olamama

 

  1. Güç Merkezi

 

Yalnızlık ve yalnız kalma korkusu.

 

  • Yalnızlık Duygusu
  • Yargılayıcılık
  • Mükemmeliyetçilik
  • Aşırı çalışma
  • Aşağılık duygusu
  • Kompleks
  • Sürekli şikâyet
  • Kıskançlık
  • Şüphecilik
  • İradesizlik

 

  1. Sevgi Duygusu

 

Sevilmeme, istenmeme, bir yere ya da kişiye ait olamama korkusu. Bu merkezde odaklanan insanlar şu olumsuz davranışları gösterirler.

 

 

  • Sevgisizlik
  • Nefret
  • Övünme
  • Kararsızlık
  • Reddedilme korkusu
  • Merhametsizlik
  • Aşırı tepkiler
  • Depresyon
  • Abartma
  • Şartlı sevme

 

  1. Anlaşılamama veya Yanlış Anlaşılma Duyusu

 

Gelecekle ilgili kaygılar.

 

  • Çok ve gereksiz konuşma
  • Aşırı sessizlik
  • Fikirleri kabullenememe
  • Kendini ifade edememe
  • İletişim sorunları
  • Yalan söyleme
  • Yargılama

 

 

  1. Özgürlük Duygusu

Özgürlüğünü kaybetme duygusuyla ilgili korkular.

 

  • Düzeni reddetme
  • Aşırı otorite
  • Başarı korkusu
  • Anlayamama
  • Maddeye esir olma

 

 

  1. Günahkârlık ve ölüm korkusu.

 

Ceza alma, günahkâr olma korkusu

 

  • İnançsızlık
  • Güvensizlik
  • Vazgeçme
  • Endişe
  • Korku
  • Irkçılık
  • Mutsuzluk
  • Huzursuzluk
  • İlgisizlik

 

Korku her bilinç bölgesini farklı etkiler. Korku negatif bir enerjidir. Hissedildiği bilinç merkezinin çalışma şeklini bozar. Çalışma şekli bozulan merkez dâhilinde bulunan organlar bu enerji bozulmasından etkilenir ve hastalanırlar.

 

Bu dünyaya ait ve insanların dünya ile uyumunu sağlayan enerji biçimine kundalini denilir. Birinci merkezimiz olan güvenlik merkezi bu enerji sayesinde etkin şekilde çalışır. Korunma, kaçma ya da savaşma güdülerimizin var olduğu güvenlik merkezimiz bir tehlike ile karşılaştığımızda kundalini enerjisini vücutta yükselterek korkuyu yaratır. Korku esasında bizim için çok önemli bir araçtır. Hasta edici korku sürekli ve uzun vadede olandır. Bir olay karşısında duyulan korku olaydan sıyrılınca kendisini güvenlik hissine çevirir ve o şekilde kalır. Kundalini tehlike anında çok şiddetli bir biçimde diğer merkezlerimizi uyarır. Bu dünya ile ilgili olan enerjiler güvenlik merkezinden kozmik bilinç merkezine doğru ilerlerler. Dünya dışı enerjiler de kozmik bilinç merkezinden girer ve güvenlik merkezine doğru ilerlerler. Sevgi merkezi en ortada olan bölümdür. Aşağıdan gelen dünyasal enerji ve yukarıdan gelen kozmik enerjiler burada bir araya gelir ve dengelenirler. Enerji diğer merkezlerde denge kurmaya çalıştığında- dengelenemeyeceğinden-sorunlar yaşanır. İkinci merkezde dengelenmeye çalışıldığında ilişkiler ile ilgili sorunlar ve cinsel sapmalar söz konusu olur. Kabızlık, gaz sıkışmaları, bel ağrıları, kıskançlık, tiryakilik gibi sorunlar baş gösterir. Hastalıkların genel sebebi sadece fiziksel değil aynı zamanda enerjisel olarak da incelenmelidir.

 

Günümüz tıbbı hastanın şikâyetlerinden yola çıkarak fiziksel rahatsızlığı gidermeye ve kişiyi eski konforuna taşımaya çalışır. Oysa bedende enerji dengeleri kurulamamışsa hastalık ya kendisini tekrar eder ya da başka bir şekilde tekrar meydana çıkar. Kısaca insan bedenden, ruhtan ve enerjiden yaratılmış bir varlıktır. Bir et bedeni, bir de enerji bedeni mevcuttur. Ruh ile et beden yaratılış olarak başka formlarda olduğundan birbirlerine temas edemezler. Bu dünyada hayatı tekâmül edebilmek için, ruh bu etten-kemikten yaratılmış bedene bürünmek zorundadır. Farklı formlarda yaratılmış bu iki olgunun birlikte mükemmel bir çalışma sağlamalarını enerji bedeni sağlar. Enerji form olarak her ikisine de dönüşebilen bir yapıdadır. Evrende form değiştiren ama asla kendi özünü yitirmeyen tek şey enerjidir. Enerji asla yok olmaz, ancak şekil değiştirerek varlığını sürdürür. Bahsettiğimiz yedi adet merkez de beden ile ruhun birbirleriyle ilişki kurmasını sağlayan merkezlerdir. Bu merkezlere ÇAKRA denir.

 

  • Güvenlik Merkezi                   1. Çakra(Kök Çakra)              Muladhara Çakra
  • Duyum Merkezi                      2. Çakra(Sakral Çakra)          Svadisthana Çakra
  • Güç Merkezi                           3. Çakra(Göbek Çakrası)       Manipura Çakra
  • Sevgi Merkezi                         4. Çakra(Kalp Çakrası)          Anahata Çakra
  • Bolluk Merkezi                       5. Çakra(Boğaz Çakrası)       Vişuddha Çakra
  • Bilinçli Farkındalık Merkezi    6. Çakra(Üçüncü Göz)           Acna Çakra
  • Kozmik Bilinç Merkez.           7. Çakra(Tepe Çakrası)         Sahasrara Çakra

 

Merkezler karşılarında yazılı çakralara denk geldiğinden daha önce anlatılan yaratılış silsilesinin de çakraların enerji tipleriyle eşleşmektedir. Ruh ile bedenin arasında bilgi alış verişi bu merkezlerden ve belirtilen duygularla geçiş yapmaktadır. Örneğin birinci çakra duygusu ‘ben’ ile ilgilidir. Kişi benliğini bu çakranın alış verişleriyle canlı tutmaktadır. Bu çakra korkular yâda negatif enerjiler tarafından tıkanırsa o bölge enerji alamayacak ve canlılığını yitirmeye başlayacaktır. Bu da kişinin hem psikolojik hem de bedensel olarak hastalanmasına sebep olacaktır. Hastalık aynı zamanda çakraların tıkanması yanında kendi aralarında da dengeli çalışmamaları sonucu da oluşmaktadır. Ortak çalışan çakralar vardır. Örneğin 2. Çakra ve 6. Çakra ortak çalışmaktadırlar. 2. Çakrada meydana gelen bir bozulma otomatik olarak 6. Çakrayı da etkileyecektir.

 

Buraya kadar anlatılan enerji bedenin basit bir anatomi bilgisiydi. Bu bilgilerin ayrıntıları daha da ilginç ve tamamlayıcı olacaktır. Ayrıntılı olarak insanda bulunan çakra anatomisine geçiş yapıyoruz.

 

ÇAKRALAR

 

 

İnsan enerji bedeninde yedi adet ana çarka mevcuttur.

 

 

 

 

 

Her çakranın bir simgesi ve rengi mevcuttur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1.KÖK ÇAKRA

 

Elementi

Toprak

Rengi

Kırmızı-Siyah

Notası

Do

İfade Ettiği

İstediğim Şeyler

Harfi

O

Görevi

Vücudun ısı potansiyelini düzenler. Yaşam gücü ve bağlılık dengelerini kurmaya yardımcı olur.

Konusu

Hayatta kalma, kabullenme, kuvvet, fiziksel Farkındalık, katılım, aile, para ve iş.

Salgı Bezi

Böbrek üstü salgı bezlerine karşılık gelir.

Böbrek üstü bezleri beden sıvısının kimyasal yapısını ve beden ısısını kontrol eder.

Beden Bölgeleri

Bacaklar, kalçalar, iskelet sistemi, kemikler, omurga, tırnaklar, dişler gibi tüm sert yapılıyı kontrol eder. Ayrıca kemik iliğini de kontrol ettiği için bağışıklık sistemini de etkiler.

Organları

Kalın bağırsak, makat bölgesi, prostat, kan ve hücre yapımıyla ilgili beden sıvıları, mesane, testisler, rahim.

Duyusu

Koku alma

Burçlar

Kova, Oğlak

Gezegeni

Satürn

Günü

Cumartesi

Uyuma Biçimi

10-12 saat karın üstü

Ses

Lam

Değerli Taş

Akik, pembe kuvars, hematit, kırmızı yeşim taşı,

Aromaterapi

Ardıç, sedir, karanfil

Olası Rahatsızlıkları

  • Mala ve paraya düşkünlük
  • Bencillik
  • Şişmanlık
  • Kabızlık
  • Hemoroit
  • Diz problemleri
  • Kemik hastalıkları
  • Depresyon
  • Yaşama küskünlük

 

Çakra Dengedeyse

Merkezleşmiş, hayat enerjisi yüksek, kendinin efendisi, eli açık, cinsellikte sevecen, dışa açık, tüm bedeni ile hissedebilen.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Egoist, hükmedici, aç gözlü, maddeye tutkun, şişmanlık, kabızlık, aşırı seks isteği.

Çakra az çalışıyorsa

Güvensizlik, ayağı yere basmayan kişilik yapısı, kendine zarar verme, cinsellikte sevilmeye layık olmadığı düşüncesi, terk edilme korkusu, ilgisizlik.

Dengeleme

Akşam ya da sabah şafağı izlemek. Monoton ama vurgulu müzik türleri. Az çalışıyorsa maviye, çok çalışıyorsa kırmızıya bakmak.

 

2.SAKRAL ÇAKRA

 

Elementi

Su. Sakral çakra su ile bağlantılı olduğu için vücuttaki tüm sıvıları etkiler. Kan, süt, salya, sümük, idrar, sperm, mide sıvıları, vajinal sıvılar, diğer tüm sıvılar.

Rengi

Turuncu-Kahve

Notası

Re

İfade Ettiği

Arzu ediyorum

Harfi

U

Görevi

Kadın ve erkeğin üreme merkezleri bu bölgededir. İletişim kurma, tatmin genel ifade ile fiziksel, ruhsal, zihinsel olarak haz alıp vermeyi sağlar.

Konusu

Yaratıcılık, öfke, duygular, korku, beslenme güdüsü, cinsellik

Salgı Bezi

Yumurtalık ve erbezleri

Beden Bölgeleri

Üreme sistemi, idrar sistemi, prostat ve rahim, dölyolu, cinsel organlar, alt sırt, apandisit.

Organları

Leğen kemiği, üreme organları, yumurtalıklar, böbrekler, erbezleri, boşaltım organları, mesane.

Duyusu

Tat almak

Burçlar

Yay, balık

Gezegeni

Jüpiter

Günü

Perşembe

Uyuma Biçimi

Cenin pozisyonunda 8-10 saat

Ses

Vam

Değerli Taş

Kırmızı akik, ay taşı

Aromaterapi

Sandal ağacı, ylang ylang

Olası Rahatsızlıkları

Cinsel dengesizlikler, duygularını ve hislerini ifade edememe, suçluluk hissi ve sertlik.

Çakra Dengedeyse

Arkadaş canlısı, optimisit, düşünceli, ait olma hissine sahip, yaratıcı hayal gücü, başkalarını iyi anlama, duygulara saygı duyma, mizh gücü gelişmiş, cinsellikte doyuma ulaşmış, çocuk sahibi olma isteği olan.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Çabuk parlama, saldırganlık, hırs, hayal ile gerçeği birbirine karıştırma, başkalarının duygularına saygısız, cinsellikte saplantılı, sık tatmin olma ihtiyacı.

Çakra az çalışıyorsa

Aşırı utangaç, çekingen, aşırı hassas, hislerini saklayan, suçluluk hissi içinde olan, güvensiz, cinsellikte aşırı bağlılık, iktidarsız, gebe kalamayan.

Dengeleme

Ay ışığı, berrak su seyretmek. Akıcı müzikler, halk dansları müzikleri. Aşırı çalışıyorsa indigo, az çalışıyorsa portakal rengi.

 

 

 

 

 

 

 

 

  1. Göbek Çakrası

 

Elementi

Ateş

Rengi

Sarı

Notası

Mi

İfade Ettiği

Mutluluk istiyorum

Harfi

Ah

Görevi

Yağ, protein, karbonhidrat sindiriminde yardımcı olur, vücuttaki şeker ve insülin dengesini ayarlar ayrıca insanlarla olan ilişkilerin kontrolünü sağlar, heyecan, kızgınlık, korku, sevgi gibi titreşimleri düzenler.

Konusu

Ego, entelektüel Farkındalık, içgüdü, hissetme, olma.

Salgı Bezi

Pankreas

Beden Bölgeleri

Sırtın alt ve orta bölgesi, karın, sindirim sistemi, mide, karaciğer, dalak, safrakesesi, 12 parmak bağırsağı, diyafram, otonom sinir sistemi.

Organları

Karaciğer, sindirim organları, diyafram, 12 parmak bağırsağı, safra kesesi, mide, dalak, pankreas.

Duyusu

Görme

Burçlar

Koç, akrep

Gezegeni

Mars

Günü

Salı

Uyuma Biçimi

Sırt üstü

Ses

Ram

Değerli Taş

Kaplan gözü, amber, topaz, sitrin

Aromaterapi

Lavanta, biberiye, bergamot

Olası Rahatsızlıkları

  • Ülser
  • Çekingenlik,
  • Ürkeklik,
  • Yorgunluk,
  • Sindirim rahatsızlıkları,
  • Sahip olma konusunda takıntı.

 

Çakra Dengedeyse

Açık, neşeli, kendisine ve başkalarına saygılı, şahsiyetli, becerikli, huzurlu, zeki, güvenli, ifade gücü iyi, hareketten hoşlanan, cinsellikte fantezilere değer veren, sorumluluk duygusu olan, sıcak, samimi, sevgiyi ifade ederken rahat.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Yargılayıcı, mükemmeliyetçi, aşırı çalışmaya düşkün, ezici, başkasının otoritesine tahammül edemeyen, aşağılık yada üstünlük kompleksi duyan, cinsellikte ezici, ilişkide sürekli şikayet eden, zor tatmin olan.

Çakra az çalışıyorsa

Depresif, güvensiz, başkalarının ne düşündüğü endişesinde, fikirleri bulanık, hazım rahatsızlıkları olan, yalnızlıktan korkan, cinsellikte devamlı ikna edilme ihtiyacı, şüpheci.

Dengeleme

Az çalışıyorsa güneşin altın rengi, Çok çalışıyorsa mor. Armonik ve orkestra müzikleri. 

 

 

 

  1. KALP ÇAKRASI

 

 

Elementi

Ateş

Rengi

Sarı. Canlılık, sıcaklık, zihin ve zekâyla alakalıdır.

Notası

Fa

İfade Ettiği

Sevgiyi vermek ve almak.

Harfi

Ay (ey olarak okunur)

Görevi

Bağışıklık hücrelerinin üretildiği timüs bezi bu bölgede olduğundan dolayı, vücudun kan ve lenf sistemini içine alarak bağışıklık sistemini güçlendirir. Fiziki enerjileri ruhsal enerjilere dönüştürür. Hayata bağlılık enerjisini arttırır. Bu bölgedeki enerji saflığı, kişinin hem kendisine hem de çevresine şifa verebilme yeteneğini geliştirebilir.

Konusu

Kabul, tahammül, zaman algısı, kendine saygı, mutluluk, üzüntü, acı, ıstırap, sevgi, zihin ve ruhun hissetme duygusu.

Salgı Bezi

Timüs

Beden Bölgeleri

Kalp, akciğer, göğüs, timüs bezi, lenf bezleri, solunum sistemi, dolaşım sistemi, bağışıklık sistemi.

Organları

Cilt, kollar, kaburgalar, kalp, göğüsler, timüs bezi.

Duyusu

Dokunma

Burçlar

Terazi, boğa

Gezegeni

Venüs

Günü

Cuma

Uyuma Biçimi

Sol tarafının üzerinde

Ses

Yam

Değerli Taş

Zümrüt, yeşim taşı

Aromaterapi

Gül

Olası Rahatsızlıkları

Ödül arama, sevgiyi reddetme, korkuya dayalı sevgi, sömürme, kalp problemleri, bağışıklık sorunları, akciğer, üzüntü, depresyon.

Çakra Dengedeyse

Şefkatli, koşulsuz sevgi, her şeyin iyi yanını gören, hislerine güvenen, ilişkilerde sonsuz verici.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Aşırı talepkar, panik, depresif, abartıcı, yaptıklarını fedakarlık olarak gören, sevgiyi şartlara bağlayan.

Çakra az çalışıyorsa

Kendine acıyan, paranoyak, kararsız, serbest bırakmayan, üzülmekten korkan, cinsellikte reddedilme korkusu yaşayan.

Dengeleme

Kır yürüyüşleri, pembe ve yeşil, klasik müzik ve newage

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  1. BOĞAZ ÇAKRASI

 

Elementi

Eter

Rengi

Soluk mavi, gümüş rengi

Notası

Sol

İfade Ettiği

Açık ve hoşgörülü olarak konuşmak istiyorum.

Harfi

İ

Görevi

Hücrelerin kalsiyum dengelerini ayarlar. Kişisel ihtiyaçlar ile ilgili sorumluluk alabilmeyi sağlar. Ruhi ve genetik dengemizi kurar.

Konusu

Fikirlere ait Farkındalık, konuşma, işitme, kendini ifade etme duygusu, ağlama, kahkaha.

Salgı Bezi

Tiroit bezi.

Beden Bölgeleri

Boyun, gırtlak, boğaz, ağız, çene, yanaklar.

Organları

Ses telleri, soluk borusu, bademcikler, bronşlar, yemek borusu, gırtlak, boğaz, ağız, çene, yanaklar, boyun, kollar.

Duyusu

İşitme

Burçlar

İkizler, başak

Gezegeni

Merkür

Günü

Çarşamba

Uyuma Biçimi

Sağ tarafa dönük

Ses

Ham

Değerli Taş

Akuamarin, turkuaz, Kadıköy taşı.

Aromaterapi

Adaçayı, okaliptüs.

Olası Rahatsızlıkları

Çok konuşma, susma, korku, yargılama, reddedilme korkusu, hassas boğaz, ses kısılması, katı ense, zayıf iletişim, kendisini ifade edememe, hayır diyememe.

Çakra Dengedeyse

Şimdiyi yaşayan, zamanı iyi kullanan, sanatkar, spritüel konulardı kolay kavrayan, cinselliği sanata çeviren, mistizme  kanalize olabilen.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Kendisini beğenmiş, kibirli, başkalarını kınayan, sürekli konuşan, cinsellikte hükmetmekten hoşlanan.

Çakra az çalışıyorsa

Ürkek, saldırgan, sessiz, kendisini geriye çeken, zayıf karakterli, dini baskılardan dolayı çelişkiler yaşayan, korkan.

Dengeleme

Gökyüzü maviliğini izleme, denizi ve ufuk çizgisini izleme, meditasyon müzikleri, newage. Aşırı çalışmada kırmızı, az çalışıyorsa mavi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  1. ÜÇÜNCÜ GÖZ ÇAKRASI

 

Elementi

Zihinsel enerji Manas

Rengi

Çivit mavi

Notası

La

İfade Ettiği

Berrak olarak görmek istiyorum.

Harfi

MMM

Görevi

Hipofiz bezinin etkisi ile diğer organlarla bağlantıyı sağlayan sistemi düzenler. Hafızayı güçlendirir, yaratıcı fikirlerin oluşmasında etkilidir. Sezgi gücünü arttırır. Anlama yeteneğine derin boyutlar kazandırır.

Konusu

Düşünce, vizyon, rüyalar, psişik güç, altıncı his, üçüncü göz, görülmeyeni hissetme, gelecek planları

Salgı Bezi

Epifiz

Beden Bölgeleri

Yüz, sinüsler, beyin, beyincik.

Organları

Beyin, gözler, burun, kulaklar.

Duyusu

Tüm duygular ve duyu dışı algılama.

Burçlar

Yengeç, aslan

Gezegeni

Jüpiter

Günü

Perşembe

Uyuma Biçimi

4-5 saat derin uyku

Ses

Aum

Değerli Taş

Lapis, mavi safir, sodalit

Aromaterapi

Nane, yasemin

Olası Rahatsızlıkları

Sezgisizlik, baş ağrıları, kabuslar, halizinasyonlar, stres, uyku bozuklukları, hafıza kaybı ve unutkanlık, zihinsel sorunlar.

Çakra Dengedeyse

Evrensel bilincin farkındalığı, karizma, bilgi algılaması açık, rehberini duyan, ölüm korkusu olmayan, servet ve dünya malına bağımlı olmayan, kendinin efendisi,

Çakra aşırı çalışıyorsa

Yüksek ego, aşırı otorite, kişisel ihtiyaçları için kişi ve olayları etkileme.

Çakra az çalışıyorsa

Disiplinsizlik, başarıdan korku

Dengeleme

Gece yıldızlı lacivert gökyüzü seyretmek, newage müzik, saydam lacivert renk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7.TEPE ÇAKRASI

 

Elementi

Kaynak

Rengi

Mor, beyaz

Notası

Si

İfade Ettiği

Saf oluş ile dinlemek istiyorum

Harfi

Ng

Görevi

Evrensel alandan gelen kozmik enerjiyi çekip diğer enerji merkezlerinden geçerek, kök enerji merkezine ulaşır ve bedendeki tüm olumsuzlukları ortadan kaldırabilir. Bu merkez sayesinde kozmik çevre ile iletişim kurarız. Manevi hislerimizi geliştirip, varlığımıza bir mana yükleyebiliriz.

Konusu

İmgesel farkındalık, rüyalar, Evren-Tanrı bilinci, Varolan her şeyle bağlantı, vizyon, umut, inanç, kozmik enerjinin algılanması.

Salgı Bezi

Hipofiz

Beden Bölgeleri

Sinir sistemi

Organları

Beyin

Duyusu

Dokunma

Burçlar

Aslan

Gezegeni

Güneş

Günü

Pazar

Uyuma Biçimi

Tilki uykusu

Ses

Sessizlik

Değerli Taş

Ametist

Aromaterapi

Günlük otu, lotus

Olası Rahatsızlıkları

Endişe, korku, depresyon, doyumsuzluk, şaşkınlık, ilgisizlik, ırkçılık, ciddi baş ağrıları, yeteneklerini sergileyememe.

Çakra Dengedeyse

İlahiye açık bir bilinç, bilinç altı ve ötesine hakimiyet, ölüm anı ve ötesi ile ilgili farkındalık.

Çakra aşırı çalışıyorsa

Sürekli hayal kırıklığı yaşama, erişememe hissi, migren ağrısı, cinsellikle mesafe.

Çakra az çalışıyorsa

Sevinç ve mutluluk duygusundan uzaklaşma, kanser hastalığı.

Dengeleme

Yüksek bir dağın tepesinde uzun süre kalmak, sessizlik, beyaza bakma.

 

 

 

 

Çakraların özelliklerini ve alışma biçimlerini bilmek bir Reiki şifacısı için çok önemlidir.

 

           

EVRENSEL YASALAR

            Bildiğimiz fizik yasalarının yanı sıra okullarda öğretilmeyen ancak çok önemli olan bazı evrensel yasalardan da söz etmek gerekir. Özellikle Reiki uygulayıcılarının bu yasalardan haberdar olması gerekir. Bu yasaların işleyişleri hayatı tam olarak anlama ve farkındalığı için de gereklidir. Hastalıkların bir sebebi de zihinde bulunan düşünce şekilleri demiştik. İşte bu düşünce şekilleri, dışarıdan temiz gelen bilgiyi kendi formuna çevirerek değiştirir. Bilgi özgünlüğünü kaybederek size özel hale gelir. Biz buna yanlış anlama da diyoruz. Düşünce formlarına göre şekil değiştiren bilgi yalnız anlaşılacağından zararlı olabilir. Bir çocuk düşünce formuna göre herkese güvenir. Kötü niyetli adamın vereceği bir şeker çocuk için çok güzel bir şekilde algılanır. Bu tehlikelidir. Tam tersine iyi niyetli bir davranış düşünce formlarında kötü algılanmaya sebep olabilir. Bu da çok tehlikelidir. Evrensel yasalar düşünce formlarımızın farkına varmamız için yardımcı olurlar. Evreni anlamak ve onun bir parçası olarak yaşamak bizim doğallığımızdır. Doğallığını yitiren tüm canlılar tehlikededir.

 

- Düzen Yasası
- Benzeşim Yasası
- Evrim Yasası
- Enerji Yasası
- Zıt kutupluluk (polarite) Yasası
- Ritmik Salınım (titreşim) Yasası
- Enerjetik Denge Yasası
- Rezonans Yasası
- İtki Yasası

 

Düzen Yasası.

Üzerinde yaşadığımız dünya, kainatın bir parçasıdır. “Kozmos” Yunanca’da düzen anlamına gelir. Örneğin; güneşin etrafında gezegenler, kesin olarak belirlenmiş olan bir düzen içerisindedirler. O düzene uygun olarak dönerler. Bir taş fırlatıldığında; belirli bir yasaya (yer çekimi yasasına) uygun olarak, onu fırlatan kuvvetin miktarına göre havada gittikten sonra yere düşer. Demiri ısıtırsak, eriyerek sıvılaşır. Bir sıvıyı kaynatırsak, buharlaşır. Burada, hepsinin temelinde aynı şeyin görüldüğü birçok örnek verilebilir. Bütün fenomenler belirli bir düzene tabidirler ve bağlı oldukları yasalara uygun bir şekilde işlerler.

Doğada varlığını tespit ettiğimiz şeyler, insanda da kendini aynen gösterir. İnsan dünyaya geldiğinde, çevresinde ki insanlara muhtaç durumdadır. Sonra büyüyerek, gelişir ve olgunlaşır. Bu esnada; çocukluk, ergenlik, erişkinlik, yaşlılık dönemlerinden geçer. İnsanoğlunun da, belirlenmiş olan düzenin dışında bırakılmadığı görülüyor. Yaşantımız, bir düzene tabii kalarak, bir düzen oluşturur. Düzeni idrak eden, düzenin içinde ki yasalara uygun olan oluşumları ve etkileri de idrak edebilir. Dolayısıyla; yasaya uygun olmayan, tesadüfen gerçekleşen hiçbir şey yoktur. Evrende ki tüm olaylar, belirlenmiş olan yasalara uygun bir akışa sahiptir.

 

 

Benzeşim Yasası

Benzeşim yasası kısaca şu anlama gelir;  Yukarıda ne-nasıl ise; aşağıda da öyledir. İçte ne ise; dışta da öyledir. Maddede ne ise; madde üstünde de öyledir. Benzeşim yasasının altında, kozmos’un her yerinde aynı yasaların hüküm sürdüğü anlayışı yatar. Kainatın bir düzeni temsil ettiğini belirttik, bu düzen kainatın tamamı için geçerlidir.


Bu yasanın içeriğini atom örneği çok iyi anlatır… Atomun merkezinde, bir atom çekirdeği vardır ve bu çekirdeğin etrafında küçük parçacıklar dönerler. Atom çekirdeği merkez olduğundan, etrafında dönen tüm diğer parçacıkların yönünü belirler. Bunun yanı sıra; bir bütün oluşturmak için, atom diğer atomlarla birleşerek bir düzen meydana getirir. Bu, kendini çok büyük bir boyutta gösteren, insan gözüyle görülemeyen bir fenomen’dir. Benzeşim yasasına göre; bu düzenin daha büyük boyutlarda da görülebilir örnekleri olması gerekir. İnsanın algılama ve imgeleme yetisi sınırlı olduğu için, idrak etme yolunda Benzeşim Yasası’na ihtiyaç duyar.

Benzeşim Yasası; algılama yetimizden bağımsız olarak, çok küçük olandan çok büyük olana kadar bütün düzeylerin farkına varmamızı sağlar. Dünyanın; yasaya uygun olarak, algılarımıza yansıyan görüşünün bu yasa aracılığı ile varoluşun her düzeyinde aynen geçerli olduğunu anlamamızı mümkün hale getirir.

 

Evrim Yasası

Buraya kadar, bütün kainatın bir düzene tabi olduğunu gördük. Bu düzen, bir uygunluk ölçüsünde varoluşun tüm düzeylerinde etkili olarak, kendisini gösterir. Bunun yanı sıra yaşam, “hareket” demek olduğu için bu da bir değişimi beraberinde getirir. Bu nedenle; “değişimlerimizde ki hedef ne?” nereye doğru gelişiyoruz?” sorularıyla karşılaşırız. Bu sorularımıza yanıtı Evrim Yasası verir.

Var olmuş, var olan ve var olacak olan her şey evrimin bir ürünüdür. Evrim kısaca; “sürekli bir gelişim ve değişim’dir.” Ve bu süreç aralıksız devam eder. Bazı değişimleri kolayca anlayabiliriz. Yeryüzünün ısınması, bitkilerin büyümesi, canlıların doğuşu ve yok oluşu gibi…


Zihinsel ve ruhsal alanda evrim, kendisini insan bilincinin sürekli olarak genişlemesiyle gösterir. Öğrenme, tanıma ve entegre etme yoluyla bilincini genişletmek zorunda kaldığı için insan, Evrim Yasası’na tabi olan bir varlıktır.

Bireysel gelişim hedefinin yanı sıra, birde kollektif gelişim hedefi vardır. Bunun yöneldiği alan, insanın kendisini ve diğer insanları koşulsuz olarak sevme yeteneğini geliştirmesidir. Her bireyin hedefi; kendisini, çevresinde ki insanlarla iyi ve sevgi dolu ilişkilerde ifade eden bir bilinç seviyesine ulaşmaktır. Dolu ve mutlu bir hayat, sadece sevgi ile mümkündür. Çok eski yıllardan beri sevgi hakkında şarkılar söylenir ve aslında bütün yaşam sevgi etrafında döner. Dolayısıyla, sevgi insanın kendisini gerçekleştirmesi ile aynı anlama gelir.

Zihinsel ve ruhsal evrimin hedefinde, sevgi yeteneğini geliştirme ve “ışığı” serbest bırakma vardır.

 

Enerji Yasası

Enerji Yasası, “var olan her şey enerji’dir” der… Her insanın hayatını kapsayarak anlamlandıran bu açık ifade ne kadar vurgulansa azdır. Hem ruhsal, hem de fiziksel anlamda var olan her şey enerji’dir. Maddenin her şekli, her duygu, her söz ve her düşünce enerjidir. Algılayabildiğimiz her şey enerjiden veya enerjetik süreçlerden geçerek meydana gelmiştir.

Zıt kutuplu dünyanın enerjileri bir tek temel enerjiden meydana gelir. Kaynağı ilahi, yani Tanrısal olan bu temel enerji, birliği temsil eder. Bu enerjinin bir parçası da kendisini “yaşam enerjisi” olarak gösterir. Buna “kutsal ruh”, “reiki enerjisi” ya da “sevgi enerjisi” diyebiliriz. Bunların hepside aynı anlama gelir. Ama “yaşam enerjisi” hem her şeyin içinden geçer, hem de her şeyin temelinde bulunur. İnsan, bu enerjiyi kendi algılama ve idrak etme yapısına uygun olarak deneyimlemek durumundadır. Bu temel enerjinin parçalarını karşıtlıklar içinde algılayabildiği için, onun deneyimleri zıt kutupludur. Bütünselliğin temel enerjisi de zıt kutupluluğun enerjisini yaratır. Yin ve yang, pasif ve aktif, negatif ve pozitif, dişil ve eril enerjileri meydana gelir.


Var olan her şeyin özündeki enerji, onu var olan her öteki şeyle birbirine bağlar. Karşılıklı etkileşime sokar. Bilincimiz ve duygusal hayatımızda birer enerji olduklarına göre, bu; diğer insanlar, çevremiz, tabiat, bilincinde olmadığımız bilinç katmanlarımız ve üst-benliğimizle daima bağlantı halinde olduğumuzu gösterir. Aslında enerjetik düzeyde hiçbirimiz diğerlerinden ayrı değilizdir, ama bilincimiz bunu algılayamaz.

Enerji hiçbir zaman yok edilemez. Enerjinin sadece şekli değiştirilebilir, dönüştürülebilir. O halde hayatı, enerjinin bir dönüşüm süreci olarak görebiliriz. Her enerji belli bir enformasyon taşır. Bazı enerjetik enformasyonları algılayabilirken, bazılarını da algılayamayız.

Aklımızın, ruhumuzun ve irademizin gücü ile bilincimizin yapısını değiştirebiliriz. Böylelikle, bilinç yapımıza uygun olan içerikleri de değiştirmiş oluruz. Bu, şu anlama gelir… Birer  enerji oldukları için duygularımızın da, içine dolacakları belirli bilinç yapılarına ihtiyaçları vardır. Gereken bu yapı, insanın zihinsel (mental) yapısı, yani insanın düşünce biçimidir. Zihinsel yapımızı değiştirebilirsek, duygularımızı da değiştirebiliriz. İnsan, bir hedefi bulunduğundan ve evrimin değişim sürecinde etkili bir parça olduğundan sürekli olarak ileriye, daha yüksek bir insani bilince ulaşmak amacıyla çalışmak zorundadır. Bilincimizi biraz olsun genişlettiğimizde, ona akan enerjinin içeriği de değişecektir.

Bunun için ilk işimiz bilinç yapımızı ve formumuzu değiştirmek olmalıdır. Bilincimiz kendisini, zihinsel yapı formuyla ifade eder. Buradan hareketle; gelişimimizin, enerji çalışmalarıyla ve düşüncelerimizle yakından ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Enerjiler, daima dalgalar halinde hareket ederler. Bununla ilgili olarak örnek verecek olursak; ışık dalgaları, sinüs ve kosinüs, ekonomik gelişmeler… Bizim duygusal hallerimizde dalgalar halinde bir biçim gösterirler. Sevinç ve üzüntü, memnuniyet ve hoşnutsuzluk gibi sürekli bir dönüşüm içinde, birbirleriyle yer değiştirirler. Bilincin gelişiminde de durum böyledir. Dalgalar halinde ve hep yukarıya doğru bir hareket vardır. Bu nedenle hep daha yüksek ve daha geniş bir bilinç hedeflenir. Uzun bir süre kendimizi bu konuda inceleyecek olursak, bu dalgalı seyrin ve duygularımızın çok daha iyi farkına varırız. Bu süreç bilge kişiler tarafından şöyle ifade edilir; “Her yükselişten sonra bir düşüş gelir”…  “Artık devam edemeyeceğini düşündüğün anda uzaktan bir ışık görünür”… “Karanlığın en yoğun olduğu an, ışığa en yakın olduğun an’dır aslında”…

Hayatta öyle evreler vardır ki, her şey ters gidiyor gibi görünür. Bu gibi dönemlerde, belirli enerjiler hayata sızarak farklı yaşam alanlarına yayılırlar. Sonra insan, tam da dibe vurduğuna inandığı anda, ilgili enerjiler dönüm noktalarına ulaşarak niteliklerini değiştirirler. Her şey yukarıya doğru bir tırmanışa geçer. Burada; ilgili enerjilerin formunu bilincimizde hazırlayanda kendimiz oluruz. Çünkü duygular, ancak bu şekilde bilinç yapımıza dolabilirler. Şimdi ki bilincimiz, şimdiye kadar olan gelişimimizin bir sonucudur. O halde şayet duygularımızı ve yaşamımızı değiştirmek istiyorsak, bilinicimiz uygun bir formda ve yapıda olacak şekilde değiştirmemiz gerekir.

Enerji, bir yüksek; “sevinç”, ve bir alçak; “hüzün” arasında ki iki aşırı uçta dalgalar halinde seyreder. Bilincimizin yapısına göre, bu enerji daha güçlü veya daha zayıf olarak yaşamımıza girebilir. Daha yukarıda ki, daha aşağıda ki bir uca vurabilir. Daha uzun ya da daha kısa süreli olarak hayatımızda ön plana çıkabilir.

Sonuç olarak; var olan her şey enerjidir. Her enerjinin belirli bir niceliği (miktarı), niteliği (kalitesi), enformasyonu (içeriği) ve formu (yapısı) vardır. Enerji hiçbir zaman yok edilemez. Sadece değiştirilip, dönüştürülebilir. Her şey, her şeyle bağlantılı olduğu için, her şey diğer şeylerle etkileşim halinde bulunur. Zıt kutuplu iki aşırı ucu bulunan enerjiler dalgalar halinde seyrederler. Enerjetik aşırı uç noktalar, bizim bilinçlerimiz tarafından farklı olarak algılanırlar. Oysa bütün enerjiler eşdeğerdirler ve aralarında (bilincimizin algılayamadığı) bir birlik oluşturmaktadırlar.

Zıt kutupluluk (polarite) Yasası

Varolan her şeyin belirli yasalarla bir düzene tabi olduklarını ve kendilerini bir enerji formunda dışa vurup-gösterdiklerini anlattıktan sonra, bu aşamada insanın hangi temel yasalara tabi olduğunu ve ilgili enerjilerle yaşamı nasıl algıladığını sorgulama gereksinimi ile karşılaşırız. Bu konuda ihtiyaç duyduğumuz bilgiyi bize “Zıt Kutupluluk” yani “Polarite Yasası” verir.

Zıt kutupluluk yasası çok basitmiş gibi görünse de, genellikle onu bireysel hayatımıza entegre ederken büyük zorluklarla karşılaşırız. Zıt kutupluluk yasası şöyle der; İnsan dünyayı sadece zıt kutupluluk içinde öğrenebilir. Karşıtı olmayan herhangi bir şey, insan zihni tarafından tasavvur edilemez. Zıt Kutupluluk Yasası her şeyin birde karşıtının olduğunu söylerken “Şayet bir şeyin karşıtı yoksa, onun kendiside yoktur. Çünkü biri, diğerinin varlığını zorunlu kılar” der… Günlük yaşamımızda hergün deneyimlediğimiz hayati zıtlıklarda buna dahildir. Nefes alış-verişi, uyumak-uyanmak, gerilmek-gevşemek gibi… Nefes aldıktan sonra, bu nefesi vermek zorundayız. Burada görünen şu ki; bir kutba sadece onun zıt kutbu üzerinden ulaşmak mümkündür. Kutuplardan birini kaldıracak olursanız, artık diğeri de var olamaz.

Bu bağlantılar, varolan tüm zıtlıklar için geçerlidir. Hüzün yaşanmadan, sevinç tarif edilemez. Karşıtı bulunmayan bir şeyi, örneğin Yaratan’ı bu nedenle insan aklımızla tasavvur edemeyiz. Çünkü yaratan dışında her şey iki kutupludur. Bu bağlantıyı yin-yang sembolünde çok açık bir şekilde görmek mümkündür.

Bu sembolde, iki kutupta eşdeğerdedir. Ancak beraber olduklarında, yani aydınlık ve karanlık taraf bir araya geldiklerinde bir bütünlük oluşturabiliyorlar. Zıt Kutupluluk aslında, bir ve aynı şeyin iki farklı görüntüsüdür. Zıt Kutupluluk Yasası’na tabi olarak yaşayışımızla ilgili genel örnekler şunlardır; gündüz-gece, aydınlık-karanlık, yukarısı-aşağısı, acı-tatlı, siyah-beyaz, yaz-kış, sıcak-soğuk, gökyüzü-yeryüzü, savaş-barış, erkek-kadın, yaşam-ölüm…

Bu dünyada ki her şey birer enerji formu olduğuna göre, duygularımızın ve hislerimizin de karşıtları vardır. Duygularımızda ki zıt kutupluluğu, onları birbirlerine dönüştürerek aşabiliriz. Böylelikle sevgiye yaklaşarak ışığı serbest bırakabiliriz. Konuyla ilgili zıtlıklar şunlardır.

Korku

Güven

Nefret

Sevgi doyumu

Zor kullanmak

Özgür bırakmak

Kıskançlık  

Kendini geliştirmek

Bencillik

Diğerini de düşünmek

Gurur

Fedakarlık

Öfke

Kendini kabul etmek

Keder

Acı duymamak

Ağrı

Mutlu olmak

Telaş

Sabır

Hoşnutsuzluk

Memnuniyet

Endişe

Merak etmemek

Reddetmek

Kabul etmek

Umursamamak

Paylaşmak

Hüzün

Sevinç

Çaresizlik

Umut

Güç-iktidar

Alçakgönüllülük

Korku ve sevgi hayatımızda bulunan temel duygusal motivasyon faktörleridir.

Bu birbirinin zıttı çiftten, yukarıda sıraladığımız tüm diğer zıt kutuplar da doğar. Çünkü sevginin karşısında duran sevgisizliktir. Sevgisizlik de korkuyu doğurur. Korku, bizim aslında olmak istediğimiz gibi olamamamızın sebebi, bize engel olan şeydir. Yukarıda solda belirtilen kutupların hepsinin temelinde “korku” vardır. Bu kutupları yaşayarak, bunların temelinde yatan korkuları araştırmalıyız. Sağ tarafta sıraladığımız kutupların temelinde ise sevgiye ve sevgi dolu ilişkilere götürücü bir motivasyon bulunur.

Hayatımızda ki zıtlıkları dönüştürerek hayatta daha çok iyilik yaratabilir ve koşulsuz sevgi yetisine yaklaşabiliriz. Gelişmek istiyorsak, zıt kutupların her ikisini de yaşayarak tecrübe etmek zorundayız. Ancak böylelikle gerekli olan deneyimi kazanarak, bu husustaki öğrenme sürecini tamamlayabiliriz. 

Gölge Duygular

Polarite yasasına göre var olan her şeyin bir zıttı vardır. İnsan yaşayışında toplu tarafından kabul görmek ister. Bu yüzden çoğu istek, duygu ve niyetlerini gizleyerek bunları bastırmak zorunda kalır. Toplum veya çevre tarafından tepki alacağını düşündüğü özelliklerini bastırır ve içinde tutmaya çalışır. Bunu yaparken de büyük bir enerji harcar.  İnsanın iyi olduğu kadar kötü yönleri de vardır. Bu toplum tarafından kabul görmediğine inandığı ve içinde baskı altında tuttuğu bir bölüm oluşmaya başlar. İşte bu bölüme “gölge” diyoruz. Kişi çok sessiz ve sakin birisi olabilir. Bu gölgesinde kızgın ve çok konuşan bir gölgesi olduğunu gösterir. Polarite yasasına göre dışarıdan gözüken özelliklerin zıttı gölgede baskılanmış demektir. Bu tür insanlar ne kadar sessiz ve sakin olsalar da yapmayı seçtikleri spor türleri savunma veya saldırı türünden olmaktadır. Öncelikle reiki şifacısı kendi gölgesinin farkına varmış bir üstat olmalıdır. Gölgesini de dış görünüşü kadar kabul edip sevebilmeli ve bütünlüğe ulaşmayı başarabilmelidir. Bu sayede enerji dengelerini sağlayabilir ve hastalanmaya sebep olan bir halden de kurtulmuş oluruz.

Maskeler

Toplum içerisinde nerede nasıl davranacağını bilen insanlar çok sevilir ve sayılır. İşte çocukluktan başlayarak kullanmaya başladığımız tüm maskeler beğenilmek veya kabul görmek üzere takılır. Ev ortamında başka, iş ortamında başka, okulda, sokakta, otobüste başka maskeler takarak, farklı davranışlar göstermeye çalışırız. Bir süre sonra bu maskeleri kendimiz zannederiz. Yüzümüze yapışan bu maskeleri artık çıkartmamız çok zor bir hal almıştır. İnsanın kendisi gibi olamaması gerçekten çok hata edicidir. Kendi doğal enerji dengelemenizi sağlamak neredeyse imkânsız bir hal alır. Genelde hastalığın sebebi bunun gibi birçok zihinsel yanılgıdan meydana gelir. Kendisi olmayı başaramayan insan başka bir hale de uygun değildir.

 

Ritmik Salınım (titreşim) Yasası

Her şey belirli bir ritimde ve belirli bir frekansta salınım halindedir. Salınım (titreşim) her zaman iki zıt kutup arasında gidip-gelen dalgalarla gerçekleşir. Yaşamı ne kadar yoğun hissettiğimizden ve bilinç yapımızdan onun kendine has titreşimi sorumludur.

Bilindiği gibi enerjiler birbirini çektiği gibi iterlerde. Enerjimiz ve onların yaydıkları titreşimler, bilincimize tabi olduğundan çektiğimiz veya ittiğimiz şeyden kendimiz sorumluyuz. Çünkü bizler, belirli durumlar ve öteki insanlar üzerinde bir çekim veya bir itme etkisi yaratan enerjiler yaymaktayız. Bu olgu; hem sempati veya antipati duymayı, anlaşmayı veya anlaşamamayı açıklıyor hem de bir tek sözcük bile sarf etmeden anlaşabilen insanların durumlarına açıklık getiriyor. İnsanlar arasında ki bütün iletişim şekilleri, katılımcıların bu temaslara yükledikleri enerjiler doğrultusunda seyreder. Her bireyin enerjisi kendi bireysel frekansına sahiptir. Frekanslarda ki uyum, iki insan arasında gelişen bir rezonans durumu olarakta görülebilir. Nitekim günlük yaşamda, “bir insanla aynı frekansta olmak” ifadesini sıkça kullanırız.


İki insan arasında oluşan sevginin temelinde de, bu türlü bir rezonans fenomeni yer alır. Birbirini seven iki kişinin frekansları da uyumludur. İnsanların birbiriyle rezonans kurma yetenekleri ne kadar büyükse, birbirlerini anlamaları da o kadar fazla olur. Bugüne kadar geçirdiğim tüm tecrübeler, üzerinde çalıştığım ruhsal alan, mesleğim, dünya görüşüm, değer yargılarım ve buna benzer diğer özelliklerim, bunların hepsi benim hayatıma ve dünyama aitler. Bunların her biri birer enerji ve toplamları benim enerji sistemimi meydana getiriyorlar. Bana ait enerji sistemi yaydığım ışıktan sorumlu. Ben ışınım olarak neyi yayıyorsam, onu hayatıma çekerim. Hayatımı sadece bilincimi kullanarak değiştirebilirim.

 

Bir insanın inancı da, sahip olduğu en büyük enerji kaynaklarından biridir. İnanç, dağları yerinden oynatır. Sağlam ve gerçek bir inanç, etkisinde süreklilik gösteren bir güçtür. Ve günün birinde insanın hayatında mutlaka kendisini gösterir.

 

Çözemediğimiz maddi bir çıkmaza girdiğimizde negatif düşünce kalıplarında saplanır, kalırız. Zihnimize “başaramayacağım” olgusu kazındığı içinde, düşüncelerimiz bu yönde seyreder. Bu da durumu düzeltmemizi engelleyen, yani zıt etki yaratan bir güç üretir. Benzer benzeri çeker. Böyle davranmak, gereksiz yere negatif bir kutba doğru yönelen ritmik titreşimi, düşüncelerimizle güçlendirmekte olduğumuz anlamına gelir. Sürekli olarak kötümser olanların, bu konuda aktarabilecekleri-birikimleri oldukça fazladır. Süreklilik gösteren düşüncelerin kendilerini, davranışlar ve yaşam durumları şeklinde ifade etme güçleri vardır. Düşüncelerimize yön vermeyi ve onları kontrol etmeyi öğrendiğimizde, hayatımıza da daha iyi yön verebiliriz. Böylelikle, yaşamsal durumlarımızı etkileyerek-değiştirmek için düşüncelerimizin gücünden yararlanmış oluruz.

Bir şeyi deneyimleyerek öğrenmek zorundaysak, bu durumda sadece pozitif düşüncenin hayatımızda yeri olamaz. Keder, acı ve hastalık, bütün bunlar içeriklerini öğrenerek hayatımıza entegre etmemiz gereken birer işaretten başka bir şey değillerdir. Böyle bir durumla karşı karşıya geldiğimizde, önce kabul edip acımızı yaşamamız gerekir. Aynı zamanda da içinde bulunduğumuz durumu ve şartları inceleyerek bu durumun nedenlerini, bu durumdan neler öğrenmemiz ve ne dersler çıkarmamız gerektiğini kendimize sormalıyız. Bu bilinçlenmeden sonra pozitif düşünceyi kullanmalı ve bilinçli olarak tekrar öteki kutba doğru bir titreşime girmeliyiz.

Sürekli yükseklerde süzülemeyiz, daima sevinçli ve mutlu bir halde ve daima yüksek bir frekansta yaşayamayız. Böyle olsaydı; bu, dünyada ki zıt kutupluluk ortamına ve enerji yasalarına aykırı bir durum olurdu. Bir süre sonra her sevincin bir sonu gelir ve tekrar yükseklerden yere inmemiz gerekir.

Gelişme gösterdiğimiz oranda, bu süreç her defasında bir öncekinden daha yüksek bir frekansta gerçekleşir.

Kendimizi nasıl hissettiğimizden, enerji titreşimlerimizin sorumlu olduklarını görmüş olduk. Bir enerjinin her zaman, sevinç ve hüzün gibi belirli bir enerji niteliğini ifade eden iki zıt kutbu bulunur. Enerjiler, tabiata uygun bir ritimle iki kutup arasında, salınım halinde hareket ederler. Bu ritme direnç gösterir, “birlikte” titreşmeyi reddedersek, ilgili kutbu bilinç dışına iteriz. Kısa süreli olarak bir kutuptan kaçınmayı başarabilsek bile, bundan sürekli kaçınmak mümkün değildir. İleride herhangi bir şekilde ve mutlaka onu yaşamak zorunda kalırız...

 

 

 Enerjetik Denge Yasası

Enerji yasası, Zıt kutupluluk yasası ve Ritmik salınım yasası hep birlikte “Enerjetik Denge Yasasını” oluştururlar. Bu yasa; her enerjide bulunan zıt kutuplar dengelenmek zorundadır, der… Tıpkı, belirlenmiş yasalara uygun bir düzende varolan ve uyumun bütünlüğünü oluşturan, kainatın içindeki zıt kutuplu enerjilerinde dengelenmesi gerektiği gibi. Her türlü enerjetik değişim yada dönüşüm hiç aksamadan tam zamanında dengelenmelidir. Bireylerin davranışları toplumlarıda etkiler.

Enerji, dengesinin kollektif nitelikli olması sebebi ile insanlığın tümünü kapsar. Yani Afrika’da ki ya da Asya’da ki insanların yaşam biçimleri bizleri de kesin olarak etkiler. Bu etkiler, kolayca algılanmasalar bile, bu kesinlikle böyledir. Enerji dengesi bireysel düzeyde ele alınmak zorundadır. “İnsan ne ekerse, onu biçer”. Her insan davranışlarının ve tutumlarının etkilerini öğrenecektir. 

Enerji Denge Yasası’na göre; insan dışarıya gönderdiği enerjilere uygun enerjileri alacaktır.

Enerjilerin bu alış-verişi, yani enerjetik dengelenme o anda gerçekleşmeyeceği için her insan tarafından idrak edilemeyebilir. Bu etki, kişinin ileri yaşlarında ortaya çıkabileceği gibi onun başka enkarnasyonlarında da gerçekleşebilir. O zaman buna “Karma” deriz. Bu nedenle enerji denkleşme fenomeni genellikle “Karma Yasası” olarak ifade edilir. Karma’nın temelinde başkalarına zarar vermek niyetiyle yapılan davranışlar vardır. Karma, sadece bilerek acı vermekle, bir insanın onurunu bilerek zedelemekle, onun sınırlarını kasten ve saygısızca görmezden gelmekle oluşur.

Hayatta her zaman, bireysel tutum ve davranışların yada bireysel duyguların karşılığı anında görülmeyebilir ama herhangi bir zamanda bunların karşılığının alınacağı kesindir.

Her şeyin bir sebebi ve sonucu vardır. Sebeplerini anlayamadığımız olaylara kader, talihsizlik, şans vs… gibi ifadeler kullanırız. Hâlbuki her şeyin kendi sebebi vardır. Şu anda içinde bulunduğumuz yaşam durumumuz, geçmişte yarattığımız birçok sebebin ürünüdür. Buna rağmen; sebepler zincirine el uzatarak hayatımızı değiştirmemiz mümkün olabilir.

Bunu idrak edip, hemen bugünden başlayarak hayatımıza etkileri daha rahatlatıcı olan sebepler koyabiliriz. Koyduğumuz sebepler sevgi zeminindeyseler, varlığımız dünya için bereketle kutsanmış bir hayır duası halini alır...

 Rezonans Yasası

Şimdi, hayatımıza niçin bazı enerjilerin ve tecrübelerin ısrarla girdiğini, bazılarının ise niçin hiç girmediğini göreceğiz. Bu konuya; “Rezonans Yasası” açıklık getirir. Latince bir kelime olan rezonans, “yankılanma” yada “sesin geri dönüşümü” anlamına gelir.

Rezonans Yasası, kişinin dışarıda (etrafında) sadece kendi içinde varolan bir şeyin karşılığını ya da yankısını bulabileceğini, onu deneyimleyebileceğini söyler. İnsan, hayatına sadece kendi iç enerjileri ile temasa geçen dış enerjileri çekebilir.


Bedenimiz ve ruhumuz belirli enerji frekansları yayan ve çeken bir nevi radyo istasyonu gibidir. Kişinin frekans alanı, o ana kadar oluşmuş olan bilinç seviyesine uygundur. Belirli içeriklere ve formlara sahip olan insani enerjiler; düşüncelerden, duygulardan, tecrübelerden, deneyimlerden ve görüşlerden oluşurlar. Bu enerjilerin dışarıya yönelik olarak çift yönlü bir etkileri vardır.

Biz ya baskıladığımız durumları, insanları ve olayları yani onun “gölge”sini oluşturan enerjileri hayatımıza çekeriz. Ya da bireysel enerjilerimiz dışarıya yaydığımız enerjileri çekerler. (Benzer, benzeri çeker) Aynı zihniyeti taşıyan, aynı yaşam duygusuna ve dünya görüşüne sahip olan insanlar genellikle bir araya gelerek, gruplaşırlar. Bireyin kişisel bilinç alanı ve kişisel bilinçdışı ne ile ilgileniyorsa, dışarıda da onlara uygun olan olayları ve kişileri bularak kendine çeker. Çok basit bir ifadeyle; tencere yuvarlanır, kapağını bulur…

İnsanın çevresi veya dış dünyası bir ayna gibidir. Aynaya baktığımızda her zaman kendimizi görürüz. Birisi ötekinin davranışına kızdığında, bu kızdığı davranışın aynısının kendisinde de olduğunu gösterir. Öyle olmasaydı; o uygun rezonans’ı taşımaz, birlikte titreşmez, öfkelenmez ve ilgili davranışı sakinlikle karşılardı. İnsan kendi içinde mevcut olmayan ve ilgilenmediği bir içeriği dışarıda deneyimleyemez. Birisinin tutumu beni kızdırıyorsa, öncelikle kendi içimde yankılanarak beni titreştiren ve ortak salınıma çeken enerjiyi araştırmam gerekir. İnsanın çevresi ayna gibi olduğundan, dışarıyla ilgili mücadeleleri kazanabilmeyi amaçlamak anlamsızdır.
Aynada ki görüntüyle savaşırken, bu mücadeleyi kim kazanır? Ben ayna’nın karşısında tebessüm edersem, aynada ki görüntümde bana tebessüm ederek karşılık verir. Ayna’ya üzgün bakarsam, aynada ki görüntümde bana üzgün bakar. İşte bireysel sosyal çevrede de bu böyledir. Çünkü bireysel yaşam durumları da kişinin ayna’da ki birer yansıması gibidirler. Bu görüntüleri inceleyerek kişi kendini daha iyi tanıyabilir. İlgili bağlantılar tümüyle fark edildiğinde, herhangi bir şey uğruna veya herhangi bir şeye karşı dışarıda sürdürülen mücadelelerin hepsi gülünç hale gelirler.

Dışarıda hoşlanmadığım bir şey olduğunda; bu, dikkatimi kendi içime yöneltip değerlendirme yapmak zorunda olduğumu gösterir.  Dışarıda ki mücadelede sarf edilen enerji, çok daha faydalı alanlarda kullanılabilir. Bu enerji, insanın kendisini tanımasında, bireysel gelişiminde, yaratıcı ve üretici olmasında faydalı olabilir.

Rezonans Yasası, dışarıda, içimizde bir rezonans yaratan şeylerle karşılaştığımızı ifade eder. Yani başıma gelen şeylerden ve olaylardan ders çıkarmak ya da bunlardan bir şeyler öğrenmek zorunda olduğumu gösterir. Kötü olaylar, tekrar ettiği sürece öğrenilmesi gerekenleri öğrenememişiz demektir. Dışarısı, çevrem ve bilincim bir bütün olarak benim “kendiliğimi” meydana getirirler. Dışarısı ile anlaşamadığımda, kendimle ilgili bir sorunum var demektir. Burada varoluşun öznelliği netleşiyor… Bir insanın hayatında, sadece rezonansının bulunduğu şeyler yer alır. Ancak zihinsel, ruhsal yapılar ve yaşam görevleri her insanda birbirlerinden çok farklı olduğundan, hiç kimse sonsuza kadar bir başkasıyla tıpatıp aynı rezonansa sahip olamaz. Her insan dünyayı kendisine ait olan bireysel tarzıyla yaşar. Rezonans; karşılaştığımız her insanın gelişimimiz için bize kazanç getirecek bir içeriğe sahip olduğunu söyler. Bizde bir rezonansı bulunmayan insanlar ise bizim için yoktur.

İtki Yasası

Yaşamın zeminini oluşturan temel yasaları tanıdıktan sonra, kendimize şu soruları sormalıyız… Hayatımıza giren enerjiler ve olaylar karşısında ne yapmalıyız? Kendimizi ve kişisel gelişimimizi nasıl değerlendirmeliyiz? Bireysel davranışlarımızın ölçüsü ne olmalı? Bu soruları, İtki Yasası yanıtlar. Hayatımızda ki en önemli yasalardan biri İtki Yasasıdır… Bu yasa, bilinç ve gelişim seviyemizin durumuna göre yaşamak zorunda olduğumuz uygun ihtiyaçları ve itkileri (dürtüleri) içimizde taşıdığımızı söyler.


İtkilerimizin birçoğunu bilinçli olarak algılarız. Ama bunlar, bizi eyleme sevk eden düşünceler ya da duygular olarak kendilerini belli ederler. Bunların birçoğuna, çok önemli olmalarına rağmen dikkat etmeyiz. Sadece yüksek sesli itkilerimizi duyabiliriz. İnsanın temel ve önemli itkilerini algılayamaması durumunu bir uykuya benzetebiliriz. Uyumuş olduğumuzu, ancak uyandıktan sonra anlarız.

Uyandığımızda neleri, nasıl yapmamız gerektiği bilgisinden yoksun durumda oluruz. Bireysel itkilerimizi tekrar algılamamızda zaman gerektirir. Bu kolay olmasa da, hepimiz bunu yaşarız. Hayatta değişim yaratmak için, en uygun zaman, her zaman için “Şimdi”dir… İtkilerimizi bastırıp, onları yaşamazsak “gölge”mizi beslemiş oluruz. Gerçek kişiliğimize ulaşabilmek için, “gölge”mizi tasfiye etmemiz gerekir. Hayatımızda sadece ruhumuzda gelen itkiler yer alabilir. Bunlar, yeni bir bilinç düzeyine varmamız için bizi belirli davranışlara yönlendiren itkilerdir.

Maddenin kendisine ait bir davranış iradesi veya itkisi bulunmaz. Oysa bir insanın, onu harekete ve yaşamaya sevk eden itkileri vardır. Bu itkilerin kaynağı da ya bilinç yada bilinç dışıdır ve davranışları yaratırlar. Bu davranışlar ya bedene ya da madde-üstü şeylere yönelik olurlar. İtkiler insanın ruhundan doğarlar ve kendilerini farklı şekillerde ifade ederler. Mesela her gün, yemek yeme, uyuma gibi itkileri duyumsarız. Bunlar zihnimizin temel taşıyıcısı olan bedenimize bakmamız için gerekli olan itkilerdir. Bedene yönelik temel itkilerdir. Bazı itkiler, madde-üstü hedeflere, maneviyata yöneliktir. Mesela; iletişim ihtiyacı, başkalarıyla beraber olma arzusu, gelişme isteği bu gibi itkilere örnektir.

İtki Yasası, itkilerin ve içgüdülerin kesinlikle yaşanmaları gerektiğini söyler. Çünkü bütün bu itkileri, “kendiliğimiz” yaratır. Eğer itkilerimizi bastırırsak, varolan gizli kalmış kabiliyetleri, yetenekleri de bastırmış oluruz. Kişiliğimin parçaları olan bu yönleri bastırdığımda, onları gölgeme itiyorum ve böylelikle bu yönde açık vererek eksik kalıyorum. Örneğin; eğer ikna kabiliyetimi kullanmadan yaşamaya devam edersem, bu açığı kapatabilmem için, ikna kabiliyetini başarılı bir biçimde kullanarak (yada hiç kullanmayan) yaşayan insanlarla yüzleştirilirim. Bununla bana, o alanda öğrenmem gereken şeylerin olduğunu, bu konuda gelişmek zorunda bulunduğum gösterilir. Ve bunu ancak itkilerime ve kişisel bakış açıma sahip çıkarak yapabilirim. İtkilerimizi yaşamayı öğrenelim… Bu, bütünleşme yolunda ilerlemenin ön koşuludur. Elbette bunun bize getirisi, hayatta daha az acı çekmek olacaktır. Hepimiz öğrenmek zorundayız. Negatif spirallerden ve yerleşmiş kalıplardan kurtulacağız, daha fazla yaşama sevinci duyarak, kendimizi bundan öncesine göre daha mutlu hissedeceğiz.


İtkilerin yaşanması engelleyen iki temel faktör vardır; “bireyin vicdanı ve toplumun vicdanı”. Toplumun da bir “gölge”si vardır. Toplumun gölgesi, kendisini genellikle yazılı olmayan yasalarla, kural olarak benimsenmiş ilkelerle, değer yargılarıyla, gelenek ve göreneklerle, o anki mevcut görüşlerle ve “yapılamaz” denilen davranış biçimleriyle ifade eder. Kolektif değerler sistemi, zaman içinde büyüyerek oluştuğu için, onun hemen bugünden yarına değiştirilmesi mümkün değildir. Ancak kolektif değerler sisteminin bizim bireysel gelişimimize engel teşkil eden kısımlarından kurtulamadığımız sürece, bunlar davranışlarımızda belirleyici olmaya ve kendiliğimizi kısıtlamaya devam edecektir. Ancak bunu yapmaya çalışırken, her zaman birlikte yaşadığımız insanların haysiyetlerine dikkat etmeli, ayrıca kendilerini açarak gerçekleştirme özgürlüğüne de saygı duymalıyız.

Kendimize, itkilerimiz için kolayca birçok serbest alan yaratabiliriz. Kendimizi, bize uymayan ve bugüne kadar sadece diğer kişileri memnun etmek için karşıladığımız toplumsal ve ailevi beklentilerden serbest kılmalıyız. Böyle yaparsak, maske kimliğimizin negatif olan yanından kurtulabiliriz.

Yemek yediğim bir mekânda, yüksek sesle gülme arzusuna kapıldığımda bunu yapmalıyım. Diğer müşteriler beni, “yemekte yüksek sesle gülünmez” anlamını veren imalı bakışlarla ayıplasalar bile. Duygularını toplumda açıkça göstermeye cesaret edemeyenler, başkalarının da bunu yapmalarını kabul edemezler. Bizi sınırlayan normlardan ve değerlerden kurtulalım, çünkü bunlar yaşama “hayır” demekten başka bir şey değildir. Yaşama, duygularımıza ve itkilerimize “evet” diyelim…

Kendinizi öğrenin. Kendi duygularınızı, ihtiyaçlarınızı ve itkilerinizi tanıyın. Onları kabul edip, yaşayın. İtkilerinizden hangileri toplumla, çevrenizle, ailenizle yada arkadaş grubunuzla çatışıyor? Bunu araştırın.

Vicdanınızı denetleyerek bu doğrultuda nelere boyun eğdiğinize bakmalısınız. Vicdanınızın büyük bölümünü ebeveynlerinizin davranış çizgisi ve içinde yaşadığınız toplum şekillendirir. Eğer, vicdanınızın potansiyel yapısı bunlarla örtüşmüyorsa, kendinizinkine kulak verin.

Dışa vuran bir itkinin kaynağı ne kadar derinse, onu yaşadığımızda bizi o ölçüde mutlu eder. Sahip olduğumuz, varolan en derin, en güçlü ve en temel itki, içinden çıkıp geldiğimiz “birliğe geri dönüş” itkisidir. Bunun farkında olmasak bile, aslında yaptığımız her şey bu itkinin üzerine kuruludur. Diğer tüm itkilerin kökeninde bu itki bulunur. Diğerleri sadece bu itkinin başka birer yönüdür.

İnsanın kendi itkilerini yaşamaya yönelik talebinin sebebi budur. Ne kadar çok itkimizi yaşar ve aşarsak birlik hedefimize o kadar çok yaklaşırız. Bizler farklı gelişim evrelerinden geçtiğimizden, farklı itkilere sahibiz. Bu durum hepimizi benzersiz kılıyor. İtkilerimiz, evrimleşme seviyelerimizin ifadeleridir. Bireysel gelişimimizi sürdürmemizde gerekli olan motivasyonu sağlarlar. İçinde ateş gibi yanan bir duygudan yoksun olan bir bilim insanının ya da araştırmacının hali ne olurdu? İtkilerimize izin verirsek, evrimin doğal sürecine aktif olarak katılabiliriz. İtkilerimizi bastırdığımızda ise bu doğal yasaya uygun bir şekilde davranmamış oluruz. Doğanın ahenkli ritmine aykırı davranmak, sorunlara sebep olur. Doğa, nasıl kendi davranışlarını yargılamıyorsa bizde tıpkı onun gibi (itkilerimizi yaşarken), kendimizin ve diğer insanların oluşumlarını ve dönüşümlerini yargılamamalıyız.

Doğanın oluşumu ve dönüşümü, gelişmede devamlılığı ve frekans yükselmesini sağlar.  İtkilerimizi yaşayarak oluşumun ritmine katıldığımızda, bizlerde sürekli bir biçimde yükselerek-gelişiriz. İhtiyaçlarım ve itkilerim benim için birer yol göstericidirler. Varoldukları sürece onları yaşamak zorundayım. Onlar bana, belirli tecrübelere giden yolu gösterirler. Bende bu tecrübelerden, bir takım dersler çıkarırım.

Özetle; şuan da içimde hissettiğimi yaşamalıyım. Çünkü o, gelişmeme hizmet edecek olan en doğru şeydir…

 

Reiki Prensipleri

 

Sadece bugün için

 

Tüm prensipler bu cümle ile başlar. Bugün nasıl yaşadığınız yaşam amacımıza sonunda ulaşıp ulaşmayacağımızı belirler. Her an kutsaldır ve tüm spiritüel sistemler gerçek gücümüzün şimdiki anda yattığında birleşir. Farkındalığımızı şimdiki ana getirmek bizi gerçek gücümüze bağlar. Bu ayrıca her anı doluca yaşamamıza izin verir.

 

Öfkelenme

 

Bu ifade bize Reiki’nin zihin ve duygunun dengesine ulaşmamıza yardım edebileceğini hatırlatır. O bizi içsel denge ve huzur yerimizi bulmak için teşvik eder. Yanlış yönlendirilmiş ve kontrol edilmeyen öfke çok yıkıcı olabilir. Öfkenin çoğu zaman ego – temelli bir reaksiyon olduğu doğrudur. Gerçek Benimiz ile temas kurduğumuzda, öfke gereksinimi çoğu zaman çözünür ve bizi kızdıran kişilerin gerçekte bilinçliliğimizin hala şifaya gereksinim duyan alanları ile ilgili bize öğretebilen kişiler olduğunu kavrarız.

 

Üzülme

 

Bu bize evrene tamamen güvenmemizi hatırlatır. Olayların büyük şemasında her şey tam olması gerektiği gibi oluyor. Üzülmek için gerek yok. Hepsinden çok, üzüntü içinde bulunduğumuz durumu değiştirmez. Sadece yapabileceğinizin en iyisini yapın ve kalanı Tanrı’ya bırakın.

 

Şükran Duy

 

Eğer Reiki’nin yararını alırsanız ve her gün Reikiyi uygularsanız doğal olarak şükran duyarsınız. Bu yaşamda sahip olmamıza izin verilen Tanrı’nın kutsamaları vasıtası ile Reiki ile temasımızı kavradığımızda şükran duymamak imkânsızdır. Aldığımız her nefes bunun bir işaretidir ve şükran duymak için bir fırsattır.

 

 

Çok Çalış

 

Günlük yaşamımız ve işimiz vasıtası ile büyüme fırsatları yolumuza çıkar. Bu prensip işkolik olmamız gerektiği anlamına gelmiyor; yaptığımız her şeyi Gerçek Benimiz olarak yaşamak olan spritüel çalışmamızın bir veçhesi olarak düşünmeliyiz. Bu, spritüel yolculuğumuzu ciddiye almamız ve yolu disiplin ve adanma ile yürümemiz gerektiği anlamına gelir.

 

Başkalarına Nazik Ol

 

Reiki ile temas vasıtası ile doğal olarak bir Birlik hissi geliştiririz. Daha yüksek boyutlarda ben ve diğerleri arasında ayrılık hissi yoktur. Sadece Birlik hissi vardır. Başkalarına nazik olmak aynı zamanda kendine nazik olmaktır. Bu şekilde gezegenimizin ve onun sakinlerinin iyileşmesi için önemli olan sevgi ve uyumun atmosferine doğru gitmeye payımıza düşeni yapabiliriz.

 

Reiki prensiplerini yaşamınızla birleştirmeye başlamak için basit bir yol her günün başında ve sonunda prensipler üzerine kısa bir meditasyon yapmaktır veya prensipleri düşünmektir. Bunu yatakta yatarken veya normal bir meditasyon pozisyonunda yapabilirsiniz. Elleriniz dua pozisyonunda oturabilirsiniz ve prensipleri üçer kez zihninizden tekrarlayabilirsiniz, bu arada hayatınız için kapsanmaları üzerine düşünebilirsiniz. Bir süre sonra, Reiki prensipleri ile uyum içinde olmayan davranış gösterdiğinizde prensiplerin eşzamanlı olarak zihninize geldiğini kaydetmeye başlayacaksınız. Bu, ışıktan daha az olanı kademeli olarak salıvermenize ve onun yerine daha uyumlu modeller koymanıza izin verir.

 

1.KADEME REİKİ AŞAMASI VE TEKNİKLERİ

Niyet

Reikiye uyumlandıktan sonra ilk öğrenilen şey niyet etmektir. Niyet kapıları açan bir anahtar gibidir. Evren insanın tekâmülü için yaratılmıştır. Aynı zamanda evren insana hizmet etmek için yaratılmıştır. Siz niyet ettiğinizde evren büyük bir arzuyla niyetinize uygun hal almaya başlar. Niyet ettiğiniz iş bitinceye kadar da görevine devam eder. Sorunların çoğu niyet edip bitirmediğiniz işlerden çıkar. Evren oluşumunu sizin niyetinize göre sürdürürken siz işi bitirmezseniz evreni hor kullanmış olursunuz. Diğer bir işe niyetlendiğinizde bitirmediğiniz niyetiniz de işin içine girer ve kargaşa oluşur. İşleriniz rast gitmemeye başlar. Bu günden itibaren niyetlendiğiniz işleri olumlu ya da olumsuz bitirmeye başlamanız sizin ve evrenin hayrına olacaktır. Daha önceden yarım bıraktıklarınızı da şimdiden bitirmeye başlamanız hayatınızda çok olumlu bir döneme girmenize sebep olacaktır. Reiki niyet ile başlar. Eller “Gassho” şeklinde kalbin üzerinde tutulur.

Ben niyet ile ilgili cümleler kurmayı daima öğrencilerime bırakırım. Burada ne kadar Reiki bir din ile alakalı değil desek de işin içine din girmektedir. Örnek reiki niyetlerini az tutacağım. Kendi reiki niyetinizi kendinizin bulması daha verimli olacaktır.

Niyet Örnekleri

  • Bütünün hayrına reikiye kanal olmaya niyet ediyorum. Bunun için tüm üstatlardan ve Dr. Usui den yardım istiyorum.
  • Reiki ile şifaya kanal olmaya niyet ettim.
  • Yaratanın izniyle reikiye kanal olmaya niyet ettim.
  • Reiki beni şifalandırıyor
  • Reiki karaciğerimi şifalandırıyor
  • Reiki karaciğer rahatsızlığımın orijinal sebeplerini şifalandırıyor
  • Reiki sihirli karemi dengeliyor
  • Reiki alış veriş dengemi şifalandırıyor
  • Reiki kök çakramı açıyor
  • Reiki dünya yıldızı çakramı arındırıyor ve şifalandırıyor
  • Reiki 13. çakramı şifalandırıyor ( bolluk çakrası)
  • Reiki evrimimi şifalandırıyor
  • Reiki farkındalığımı şifalandırıyor
  • Reiki bu mekanı şifalandırıyor ve arındırıyor
  • Reiki bu yüzüğü arındırıyor ve şifalandırıyor
  • Reiki bu suyu şarj ediyor
  • Reiki bu suyu benim ihtiyacım dogrultusunda şarj ediyor
  • Reiki tarihindeki iş görüşmeme en hayırlı ve faydalı olacak şekilde akıyor
  • Reiki bana rehberlik ediyor .

İnancınıza, dilinize, törelerinize göre kendi niyetinizi oluşturmanızda bir sakınca yoktur. Amaç niyet etmek ve reikinin akışını başlatmaktır. İster kendinize, ister başkalarına reiki yapmadan önce mutlaka izin istemeniz ve onay almanız gerekmektedir. İzin istemez ve onay almazsanız reiki aktif olmayacaktır. Reiki ile çalışmanız sona erdiğinde enerji akışını kesmek için de “kesme işareti” yapmanız yeterlidir.

Kesme İşareti

Bitirişte en önemli konu teşekkür ve şükür cümleleridir. Ben ilk başlarda neden başarısız olduğumu sorguladığımda şükür ve teşekkür cümleleri kurmadığımı anladım. Reiki seanslarından sonra bu cümleleri kurduğumda şifanın daha etkili olduğunu gördüm.

Örnek Bitiriş Cümleleri,

  • Şükürler Olsun
  • Şükran ve minnet duygularıyla bitiriyorum.
  • Bütünün hayrına olsun, şükranla kesiyorum.

            Reiki gerçekten insanlığa verilmiş büyük bir armağandır. Her insan bu enerjiye kanal olmak üzere yaratılmıştır. Şifa üzerimize yağmaktayken biz insanlar nedensizce kaprislerimizi öne çıkartıp bu enerjiye şemsiye açmaktayız. Hastalıkların temelleri atılmadan önce şifa yaratılmıştır. Reiki birinci aşama fiziksel arınma aşamasıdır. Bu arınma beraberinde ruhsal toparlanmayı da getirmektedir. Reiki önce sizi şifalandırmaya başlayacak ve sonradan sizin dışınıza akacaktır. Bu sebeple ilk reiki uyulmamasını alan kişi 21 günlük bir eğitimden geçmektedir. 21 gün alışkanlıkların edinilme süresidir. Bu üç hafta kendinize reiki yaparak bu işi bir alışkanlık haline gelmesine yaramaktadır. 14 bölgede ellerimiz en az üçer dakika beklemelidir.

21 Gün Pozisyonları

 

21 Günlük dönemde bu 14 hareketi yaparken başta zorlanabilirsiniz. Ben bu dönemde klasik veya newage müzik eşliğinde uzanarak 14 hareketi uyguladım. Eğer uyuya kalmışsanız bilin ki sizi Reiki uyutmuştur. Uyandığınızda eliniz nerede kalmışsa oradan devam edin. Ayrıca telefonuma 3 dakikada bir zil sesi olan bir program da yükledim. O beni uyardıkça sıradaki pozisyona geçiyordum.

 

Bu 21 günlük ilk arınma döneminde bedenimizin dışa açılan her gözeneğinden sürekli bir toksin atışı gerçekleşir:

 

- Aşırı terleme

- Dışkı düzeninin bozulması, renginin değişmesi

- Sık aralıklarla ve bol idrar yapma, renk değişikliği

- Geğirme, yellenme

- Öksürme, balgam çıkarma, tükürük birikmesi

- Gerinme, esneme ihtiyacı, esnemeyle gelen gözyaşı...

 

 Bunların hepsini ya da sadece birkaçını yaşayabileceğimiz gibi, önce de söylediğimiz gibi belki de hiç biriyle karşılaşmayacağız. Ancak görülmesi normal olan bu etkiler birkaç gün içinde başlar ve azalarak genelde bir hafta içinde normale döner. Bu noktada en önemli şey Reiki vermeyi aksatmamaktır. Dikkat edilecek noktalar: Uyumlamadan birkaç gün öncesinden başlayarak, tüm 21 günlük arınma süresi boyunca alkol alınmaması, aşırı yağlı, baharatlı yemeklerden ve kırmızı etten kaçınılması, çay, kahve, şeker, sigara tüketiminde mümkün olduğunca azaltmaya gidilmesi, aşırı stres ortamından mümkün olduğunca uzak durulması Reiki'nin çok çabuk etkisini göstermesi açısından gereklidir. Reiki uygulamasını gerek kendimize gerekse başkasına yapacağımız zaman kendimizin ve uygulayacağımız kişinin son 24 saat içinde alkol almamış olmasına dikkat etmeliyiz. Alkol enerji kanallarını olumsuz etkiler, Reiki’yi işlevsiz bırakır. Arınma süresi sonrası normal yaşantımızda, sıraladığımız bu zararlı unsurların olumsuz etkileri de aşırıya kaçılmadığı sürece bir ölçüde Reiki sayesinde kontrol altında tutulabilecektir. Uygulamaya hazırlık: Her Reiki uygulaması öncesi ve sonrası ellerin akan su ve sabunla yıkanması gerekir. Bunun yapılma imkânı olmayan durumlarda uygulama öncesi ve sonrası avuçların 15- 20 kez kuvvetlice birbirine sürtülmesi önerilir. Reiki uygulaması sırasında hem kendimizin hem de uygulayacağımız kişinin üzerindeki metallerin çıkarılması gerekir. Uygulama sırasında kol, el, bacak ve ayakların üst üste gelecek şekilde çaprazlanmaması, yani kolların kavuşturulmaması, bacak bacak üstüne atılmaması gerekir. Bir hatırlatma: Reiki uygulamalarında yanlış yapma ya da kendimize veya başkasına zarar verme ihtimali yoktur. Evrenin yaşam enerjisi kendi içinde, varlığı hissedilen bir bilgeliğe sahiptir; İlk aşamada tamamen mekanik ve kendi kendine çalışır: Reiki enerjisini almak niyetimiz olmasa bile ellerimizi doğru pozisyonlara yerleştirdiğimizde bizim bilinçli olarak yönlendirmemize gerek kalmadan bedenimiz, ihtiyacı olan enerjiyi kendiliğinden çeker. En ideal konum, sessiz ve rahat bir ortamda oturarak Reiki’ye yoğunlaşıp bedenimizi hissederek Reiki uygulamaktır. Ancak Reiki’yi televizyon seyrederken, yatarken, başkalarıyla sohbet ederken, yolculuk sırasında araçta otururken, sinemada, maçta… Kısacası her ortamda uygulayabiliriz ve her şartta işlevini yerine getirir.

 

21 günlük bu arınma sürecini her ihtiyaç duyduğumda tekrarlarım. İstediğiniz kadar yapabilirsiniz. Kaçıncı seviye reiki öğrenmiş olmanızın bir önemi yok. İstediğiniz zaman tekrar bu süreci yaşama şansınız var. Ancak dikkat edin ki 21 günlük iki dönemin arasında da en az 21 gün olsun. Bu arınmayı sağladıktan sonra farkındalığım çok arttı. Reiki eğitimi verdiğim öğrencilerimden yaptığım gözlemlerde, onların da farkındalığındaki muhteşem artışı izledim. Birçoğu işlerinde ya sıçrama yaşadılar, ya da iş değişikliği yaptılar. Enerjilerini çalan insanlarla ilişkilerini kestiler. Gereksiz işleri bıraktılar. Fazla yüklerini atarak ileri daha hızlı yürümeye başladılar. En önemlisi evrensel sorumluluklarını farkına varıp, bu dünya üzerinde büyük bir planın parçası olduklarını gördüler. Kendilerini anlamaya ve sevmeye başladılar.

 

 

 

 

 

REİKİ EL DURUŞ POZİSYONLARI VE SIRASI Başkasına Uygulama                        ( Kısa uygulama )

 

 

 

 

 

 

Bir başkasına dokunarak reiki uygulamalarında bazı sorunlar çıkabilir. Reiki uygulamasından önce ve sonra ellerinizi mutlaka yıkayın. İkinci derece ve daha üstü reiki yapıyorsanız ellerinizi mutlaka dirseklerinize kadar yıkayınız. Dokunarak reiki uygulaması yapıyorken hasta bazı bölgelerini dokunmanızı istemeyebilir. Böyle bir durumda ellerinizi reiki uygulayacağınız alanda 5-10 santim yukarıda tutabilirsiniz. Bu şekilde dokunmadan da reiki gerekli yere akacak ve işini yapacaktır. Siz ellerinizde ısınma, karıncalanma ya da uyuşmalar hissedebilirsiniz. Bu reikinin ellerinizden aktif olarak aktığını göstermektedir. Reiki uygulaması yaptığınız kişi de ellerinizin olduğu bölgelerde aynı şeyleri hissedebilir, ayrıca akış, atma duygularını da yaşayabilir.

 

Reiki uygulaması sonrası beklentinizin tersine hastalık veya şikâyetlerde artış gösterebilir. Endişelenmeyin, bu iyiye işarettir. Hastalık veya şikâyetler kişiyi terk ediyor demektir. İlk deneyimlerimde şikâyetlerin artmasından çok endişelenmiştim. Sonra anladım ki bu iyileşmeye direnen hastalığın son çırpınışlarıymış. Reiki uygulaması yaparken uygulama yaptığınız kişi uyuyabilir. Onu uyandırmadan işinize devam edin. Uyuması rahatladığı ve huzur içerisinde olduğunu gösterir. Bu durum doğru yolda olduğunuzu da gösterir.

 

Birinci derecede temas ile reiki uygulaması yaptığınızdan uygulama yaptığınız kişiyle yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal da bir bağ kurarsınız. Karşılıklı güven hisleri ilişkilerde de zenginlik kazanmanıza sebep olur. Uzun süreli dostluklar ve arkadaşlıklar kurulur.

 

2.KADEME REİKİ AŞAMASI VE TEKNİKLERİ

 

Reiki 2. Kademesine geçiş için önemli özellikleri edinmiş olmanız gerekir. Bu özelliklerin sizde var olup, olmadığını Reiki üstadınız karar verecektir. Ancak sistematik olarak 6 ay sonra 2. Kademeye uyumlanmanızda bir sakınca yoktur. Benim tavsiyem gerçekten hazır olduğunuzda ikinci kademeye geçmenizdir. Dr. Usui uyulmamalarını yaparken, hepsini birlikte verirmiş. Ben ikisini aynı anda vermeyi denedim. Öğrencim hayatındaki ışık hızı değişime ayak uyduramadı. Reikiyi sindiremedi ve bıraktı. Bu deneyim bana öğretti ki; her kademe sindirilinceye kadar bir üst kademeye geçilmesi uygun değildi. 2. Kademede size bazı semboller verilecektir. Bu sembolleri elinizin içiyle havada çizmeniz ve adını üç kere söylemeniz istenecektir. Bunu yapabilmek için iyi bir “İmgeleme” gücünüz olması gerektir. Bu bölümde sezgiler ve canlandırmalar artacak, birçoğunuz reiki rehberinizin sesini duymaya başlayacaksınız.

 

Reiki rehberleri daha önce reiki şifacısı olan ve bu dünyadan göç etmiş çok saygın ruhlardır. Sizin bilgi, tecrübe ve seviyenize göre sürekli değişirler. Bu sebeple bazen durup dururken boşluğa düştüğünüzü veya yalnızlık hissettiğinizde bilin ki reiki rehberiniz gitmiş yerine bir başkası gelmek üzeredir. Ben rehberimin sesini ilk uyumlama sonrasında hemen duymuştum. Hocama telefon açarak ; “Hocam reiki benimle konuşuyor” demiştim. Sanırım hocam benim iyiliğim için bir açıklama yapmamış, konuyu gülerek geçiştirmişti. Reiki rehberiniz size seans esnasında ellerinizi kaldırmanız konusunda uyarır. Nereye koyacağınız konusunda hatırlatma yapar. Sembolleri yanlış çizerseniz sizin için düzeltir. Reiki dışında size ne yapacağınızı söylemez. Hayatınız ile ilgili bir sorunu ona danışabilirsiniz. Siz sormadan size bir şey yapmanızı söylemez. Akıl vermez. Sorduğunuzda ise ne yapacağınızı değil nasıl düşünmeniz gerektiği konusunda yardım eder.

 

 

            İkinci seviyede öğretilecek sembollerden ancak bu seviyeye uyulmanmış kişiler faydalanabilir. Uyumlanmamış olanlar öğrenmek amacıyla sembolleri deneyebilirler. Şifa seanslarında bu sembollerden faydalanabilirler. Ancak çok önemli olan husus bu sembollerin kutsallığı ve gücüdür. Kullanan kişilerin ehil kişiler olması çok önemlidir.

 

SEMBOLLER

 

Sembollerin yakın zamana kadar gizli tutulmuş ve kutsal sayılmış olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle Reiki öğrenimi sırasında öğrencilerin sembolleri ezberlemeleri gerekmiş ve seminer Sonunda sembollerin yazılı olduğu her şey bir serenomi ile yakılarak imha edilmiştir. Buna neden olarak da sembollerin saflığını korumak ve bilinçsizce kullanımlarını önlemek gösterilmiştir. Halen bu eski gelenekleri kullanmayı sürdüren öğretmenler olduğu bilinmektedir. Reiki sembolleri ancak onlara uyumlanan kişiler tarafından aktif hale getirilip kullanılabilirler. Yoksa birer çizimden ibarettirler. Bu sembollerin gücü, görünüş ve çizimlerinde değil, kullanım ve anlamlarındadır. Bu nedenle de herhangi bir kişi tarafından kullanılamazlar. Terapi başlangıcında semboller kişinin taç çakrası üzerinde havaya çizilir. Terapist her sembolü çizerken aynı anda içinden ismini de söylemelidir. Reiki geleneğine göre her sembol birer kere çizilip, üçer kere ismi tekrarlanır, ancak bu terapistin niyetine bağlıdır. Sembollerin çizim, isim ve kullanımlarını iyice öğrenip, her terapide kullanmak Reiki terapisini çok güçlendirir. Sebollerin terapi başlangıcında çizim sırasına terapist kendi içinden geldiği gibi karar verebilir. Binlerce senelik bu güçlü semboller günlük yaşamın hemen hemen her alanında değişik kullanım şekilleriyle uygulanabilir. Burada öğretilen Reiki sembollerinin farklı çizimlerine rastlamanız mümkündür. Ancak size sunulan çizimle Dr. Usui’nin bizlere bıraktığı orijinal versiyonlarıdır.

 

İkinci derece Reiki de öğretilen üç Sembol ;

 

*Birinci sembol Cho Ku Rei ( Ço Ku Rey ) – Güç Sembolü

 

*İkinci sembol Sei He Kei ( Se He Ki ) – Mental ve Duygusal sembol

 

*Üçüncü sembol Hon Sha Ze Sho Nen ( Hon Şa Ze Şo Nen ) – Uzaklık –zamansızlık sembolü

 

 

 

 

Chokurei: Güç Bilgelik ve Dünya

 

Orjini: Taoizm

 

Cho: Evrenin Pozitif Erkek Enerjisi, Tanrı Şuuru, Hareket, Kıvrılan Kılıç

 

Ku: Omurga, Yeryüzüne İnen Enerji, Gökten Yere, Bütünleştiren, Uzay, Boşluk, Hiçlik, Kasırga

 

Rei: Kundalini, Yeryüzü, Evrenin Dişi Enerjisi, Birinci Çarka, Ruh, Güç, Öz

 

Etkileri:

 

Beden üzerinde çalışma ve yeniden canlandırma 1. ve 2. çakraları yeniden canlandırma Cho Ku Rei kullanıldığı zaman enerjinin akış gücünü arttırır. Enerji anahtarı olarak da bilinir. Kişiyi direkt olarak Evrensel Yaşam Enerjisine bağlar. Reiki I ile kişi evrensel Reiki enerjisine uyumlanır. Reiki II uyumlanması ile Cho Ku Rei sembolünün kullanılması ile enerjinin gücü örnek olarak 50 volttan 500’e yükselir. Bu sembol her zaman terapi başlangıcında ve gerektikçe terapi esnasında kullanılır .

Ayrıca uzaklık sembolü ile birlikte kullanıldığında geçmişe, geleceğe ve uzaktakilere de gönderilebilir. Cho Ku Rei kişiyi fiziksel zararlardan, sözlü ve psişik hücumlardan korur ve negatif enerjiyi dağıtır. Çift kullanıldığı zaman ( saat yönüne ve ters yönde ) arzu ve istekleri gerçekleştirme gücü vardır. Ayrıca yiyecekler üzerine çizilirse, besin değerini arttırır ve yiyeceği kutsayarak kötü tesirlerden arındırır.

 

Cho Ku Rei kişiyi fiziksel zararlardan, sözlü ve psişik hücumlardan korur ve negatif enerjiyi dağıtır. Çift kullanıldığı zaman ( saat yönüne ve ters yönde ) arzu ve istekleri gerçekleştirme gücü vardır. Ayrıca yiyecekler üzerine çizilirse, besin değerini arttırır ve yiyeceği kutsayarak kötü tesirlerden arındırır.

 

  •  Kendi içinize dönerek ne istediğinize karar verin.
  •  Arzunuzun kendinizin ve bütünün hayrına olması için niyet edin.
  •  Arzunuzu imgeleyin, bir kağıda yazın veya temsil eden bir resim ya da obje kullanın.
  •  Çift Cho Ku Rei gönderin.
  •  Arzu ettiğiniz şeyi olmuş gibi düşünün ve şükredin.
  •  En hayırlı zamanda oluşması için evrene ve Reiki enerjisine havale edin ve bu konuda fazla düşünmeyin.
  •  Bu bir defalık bir çalışma olup tekrarlamak gerekli değildir.

 

 

 

 

 

 

 

SHE – HE – KEİ

ZİHİNSEL – DUGUSAL SEMBOL

 

 

 

Sei He Kei: Işık, Hayat ve Güneş

 

Orijini: Budizm

 

Sei: İçeride gizle olanın yeşermesi ve ortaya çıkması

 

He: Birinci Çarka, Denge, Temel, Dışsal formun orjini

 

Kei: Enerji, yaşam gücü, uyum potansiyeline doğru yankılama

 

 

Etkiler :

Hisle üzerine çalışma ve uyum 3.ve 4. çakraları yeniden canlandırma Sembol tüm üzüntüleri hafifletme ve kurtuluş anlamında Sanskritçe ( Hrih ) kökenlidir. Sei He Kei duygusal şifayı sağlamak için kullanılır. Bu sembolü kullanarak rahatsızlıklara Neden olan duygusal sorunlar hedef alınarak şifa gerçekleşir. Bu sembol fiziksel problemlerin ötesindeki büyük duygusal sarsıntıları ve yılların verdiği negatif duygusal birikimleri dağıtır. Aynı Cho Ku Rei gibi uzaklık sembolü ile birlikte kullanılarak geçmişe ve geleceğe gönderilebilir.

 

1-Sei He Kei kişiyi zihni karışıklıklardan kurtarır.

 

2-Hafızayı güçlendirir, baş ağrılarının ve migrenin tedavisinde yardımcı olur

 

3-Beynin sağ ve solunun dengelenmesini sağlar ve kişinin yaşamına denge ve uyum

getirir.

 

4-Mekânları, yiyecekleri ve objeleri (mesela kristaller ve taşlar) arıtmak için kullanılır.

 

5-Bu sembol olumsuz enerjileri her seviyede dağıtıp temizler ve koruma için de

Kullanılabilir.

 

6-Bağımlılıklardan ve bazı kötü huy ve alışkanlıklardan kurtulmada çok etkilidir.

 

7-Yorgunluğu hafifletmek, öfkeyi sakinleştirmek, üzüntüyü geçirmek, engellenmiş hisleri serbest bırakmak ve kendinizi tazelemek için kullanılır.

 

8-Toplantılar, görüşmeler ve iş görüşmeleri gibi kişisel ilişkilerinizde huzur ve uyuma

Ulaşmak için çok etkilidir.

 

9-Doğal kimliğinize dönmeye ve kişiliğinizi geliştirmeye dönük evrensel rehberlik almak için ve bağlarınızdan kurtulmak için etkilidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HON – SHA – ZE – SHO – NEN

Uzaklık – Zamansızlık Sembolü

 

 

Honshazeshonen: Uzaklık, bağlantı, şefkat, merhamet, ay

 

Orjini: Kanji

 

Hon: Akım, akıntı, şu an, kök, orijinal, önde gelen, yüce, en yüksek, merkez, öz, esas olan

 

Sha: Kişi, varlık, herhangi bir şey, pırıltı enerji

 

Ze: Sağ yön, doğru, şimdi ve şu andan itibaren burada varım, ilerleme, doğru yok

 

Sho: Tam açmış, açılmış, yön, hedef, aydınlanmış kişi

 

Nen: Duyu, fikir, düşünce, arzu, dikkat, sessizce dua, aklında bulundurmak, sükûnet, zihnin derinliği

 

Etkiler :

Ruh üzerinde çalışmayla sakinlik ve huzur 5 ve 6 çakraları yeniden canlandırma

Bu sembol kişiyi bütün varlıkların bir bütün olduğu şuur seviyesiyle birleştirir, ayrıca zaman ve mekân ötesinde çalışır ve Reiki’nin uzağa gönderilmesinde kullanılır. Bu aynı oda içindeki birine karşıdan enerji göndermeyi mümkün kıldığı gibi, çok uzaklıktaki yerlere, olay ve kişilere de aynı güçle ulaşır. Hon Sha Ze Sho Nen zamansızlık sembolü olduğu için şifa amacıyla geçmişe ve geleceğe de gönderilebilir.

Bu sembol ve bir mantra olan adı kişiyi birlik ve bütünlük şuuruyla birleştirir. Japonca’da Hon Sha Ze Sho Nen ‘’ içimdeki yüksek varlık senin içindeki yüksek varlığı kabul ediyor’’Anlamındadır. Diğer anlamları da ‘’ geçmiş, şu an ve gelecek yoktur ‘’ , ‘’ zamansızlık ‘’ ve ‘’ yaşam kitabını şu an aç ve oku ‘’ dur. Bu güçlü sembolün enerjisi bir ‘’ köprü ‘’ oluşturarak kullanan kişinin diğer bir kişi ve varlıkla

bağlantı kurmasını sağlar. Se He Kei ile birlikte kullanıldığı zaman karmik veya geçmişteki olaylarla bağlantı kurup şifayı gerçekleştirir. Bazen de şifa verilmesi gereken haller geçmiş hayat kaynaklı olabilir. Diane Stei’ın kitabında yer verdiği bir deneyimi bu duruma çok güzel bir örnektir. Bir defasında ağır kronik depresyonu olan bir bayan gelmiş, hiç nedeni yokken hayatı boyunca depresyondan muzdarip yaşadığını anlatmıştı. İlaçlı psikiyatrik tedavilerden hiçbir fayda görmemiş, aksine yan etkilerinden mağdur olmuştu. Bana geldiği sıralar bütünsel tedaviler deniyormuş. Şifa uygulamasında ondan, ilk defa bu kadar depresif hissettiği zamana dönmesini istedim; bir erken dönem travması bulacağımı ümit ediyordum. Fakat kadın onun yerine, M.Ö . 3.yy . Yunanistan’ ında horlanmış ve iflas etmiş bir adamı anlatmaya başladı. İçine girdiği bunalımın etkisiyle adam kendisini yarlardan denize atmış.

Ben de Sha Ze Sho Nen sembollerini kullanmaya başladım. Ondan intihardan bir önceki güne gitmesini ve bu durumunu iyileştirecek başka bir yol hayal etmesini istedim. Bana yüklü miktarda paraya ihtiyacı olmuş olduğundan. Fakat kimseden isteyemediğinden bahsetti. Ben de ona şöyle dedim ‘’ O Parayı sana zengin babanın seve seve vereceğini düşle ‘’ Dediğimi yaptı. Kendisini borçlarını öderken ve sakin bir akşam geçirirken tasvir etti. İtibarı geri gelmişti. Sembollere devam ederek bir yıl sonra hayatının nasıl olacağını düşlemesini istedim. Bir oğlan babası olmuştu. Beş yıl sonrasını sorduğumdaysa şehir senatosu üyeliğine seçilmişti. ‘’ O hayatındaki ölümün nasıl olmuştu ‘’ diye sordum. ‘’Duygularına kapılmadan bak, sanki bir film seyrediyormuş gibi ‘’ Yaşı bir hayli ilerlemiş halde kendisini ölüm yatağında Tasvir etti. Etrafında torunları ve çocukları vardı. O sıralar artık şehrin en saygın İsimlerinden biri haline gelmişti. Kadından, daha biraz önce şifa verdiği önceki hayatına Gelmesini istedim. Reiki uygulamasını tamamladım, kadının şifayı sindirmesi için birkaç Güne ihtiyacı vardı. Ama ondan sonrada bir daha depressif olmadı… Vermiş olduğum örnek Hon Sha Ze Sho Nen ‘ in elle şifada başlıca kullanımıdır. Buna benzer haller Akaşik Kayıtları’ndan bir şekilde azade edilene denk tekrar eder. B gibi Durumlarda yapacağınız şifa terapisini rehber olarak bir başkasının bulunduğu bir ortamda Yapmanız daha uygun olacaktır. Gerekirse yalnız başınıza da yapabilirsiniz, ancak her zaman Toplu terapi çok daha etkili olacaktır.

Başkalarına Reiki göndermek o kişi veya varlıktan mutlaka izin istemek gerekir. Eğer

Kişiden fiziksel yoldan izin istemek mümkün değilse mental olarak sormak gereklidir.

Mutlaka evet veya hayır şeklinde bir cevap alınacaktır. Eğer varlığın Reiki’yi kabul edip etmeyeceğinden emin değilseniz, o zaman kabul edilmediği takdirde enerjiyi yeryüzüne veya ona ihtiyacı olan başka bir varlığa gitmesi niyetiyle gönderebilirsiniz.

 

  • Uzaktaki birine Reiki göndermek istediğiniz zaman kişiyi imgeleyerek veya kişinin resmini ya da ismini uzaklık sembolü ile birlikte kullanıp bağlantı kurabilirsiniz.

 

  • Arzu ederseniz, konsantrasyon amacıyla küçük bir oyuncak bebek veya kişiye ait bir obje ya da kişiyi temsilen bir kuvars kristali veya bir yastık kullanabilirsiniz.

 

  •  Kişinin ismini söyleyerek uzaklık sembolünün bebeğin, resmin veya isim yazılı olan bir kâğıdın üzerine çizin.

 

  •  Eğer kişiyi imgeliyorsanız sembolleri kişinin taç çakrasına çizdiğinizi düşünün.

 

  •  İsterseniz kişiyi temsilen kendi bedeninizi de kullanabilirsiniz. Kişiye gittiğini düşünerek kendinize Reiki verin.

 

  •  Kişinin küçülüp avuçlarınızın içinde olduğunu da düşünebilirsiniz.

 

  •  Bağlantı kurduğunuzu hissettikten sonra bütün diğer sembolleri de kişinin ihtiyacına göre akması niyetiyle gönderin.

 

  •  Uzaktan şifa göndermek için çok derin bir konsantrasyona veya meditasyon yapmaya gerek yoktur.

 

  •  Sakin bir yerde rahatça oturmak, derin bir nefes alarak Reiki enerjisini akıtmaya
  • Başlamak ve şifa gönderilecek varlığı düşünerek uzaklık sembolünü kullanıp onunla
  • Bağlantı kurmak yeterlidir.

 

  •  Reiki’yi uzaktan göndermek fazla uzun sürmez. Birkaç dakika içinde kişiye enerjiyi gönderip, bunu belli bir süre için akmak üzere programlamak mümkündür.

 

  • Reiki şuurlu enerjidir ve belli zamanlarda belli süreler için kişiye akmak üzere Hon Sha Ze Sho Nen sembolü kullanılarak programlanabilir.

 

 

 

 

 

Uzaklık sembolü Hon Sha Ze Sho Nen ‘ in başka bir kullanım şeklide ışınlamadır.

 

Bu sizinle aynı yerde bulunan fakat fiziksel olarak kişiye dokunup Reiki vermenizin mümkün olmadığı zamanlarda kullanılır. Sembolü kullanıp kişi ile aranızda köprü kurduktan sonra Reikiyi tüm olarak bütün bedene veya bedenin belirli bölgelerine gönderebilirsiniz. Ayrıca duygusal problemleri de hedef alabilirsiniz. Işınlanmayı ellerinizden, gözlerinizden, alın çakranızdan veya kalp çakranızdan sevgi ve Şefkat göndererek yapabilirsiniz.

 

AURA

 

1890 yılında ünlü mucit Nikola Tesla’nın ilk olarak ölçebildiği ve fotoğrafladığı insan Aura’sı aslında pek çoğumuzun bölük pörçük duyduğu ama tam olarak nasıl olduğunu bilmediği bir konudur. 

 

Bu aşamada artık aura bilgisi de devreye girmektedir. Aura kavramı, bütün dünya varlıklarında ortak olarak bulunan ve Teofizik’de kullanılan bir kavramdır. Her insanda, vücudu sarmalanmış halde bir elektromanyetik alan bulunmaktadır. Bedeni sarmalayan bu elektro manyetik alana aura adı verilmektedir.

Bu alan, aynı zamanda bir kalkan görevi de üstlenmektedir. Auranın güçlü veya güçsüz olması, birçok durumu etkileyen bir faktörü oluşturur. Örnek verilecek olunursa, aurası güçlü olan kişiler, hastalıklardan ve negatif durumlardan daha fazla uzak kalmayı başarırlar. Aurası zayıf olan kişilerde ise bu durum tam da tersini ifade etmektedir. Bu kişiler, fiziksel anlamda daha çabuk ve sık olarak hastalanmaktadırlar.

Aura, iki farkı türde bulunmaktadır. Bu farklı çeşitler, Spritüel ve Eteriktir. Etetik aura, insanlar tarafından görülebilme özelliğine sahiptir. Çünkü Etektik aura, insan bedenine yaklaşık olarak 20 cm uzaklıkta bulunmaktadır. Dünya üzerinde yer alan canlı veya cansız her nesnenin aurası bulunmaktadır. Fakat burada bir ayrım söz konusudur. O ayrım da, canlı varlıkların auroları daha kolay ve net olarak saptanabilmektedir. Bunun nedeni ise, canlıları meydana getiren atomların daha aktif yapıda bulunmalarıdır.

İnsan aurolarının renkleri bazı faktörlere göre farklılık göstermektedir. Bu faktörler, insanların gelişmesi ve ruh durumudur. Dünyada akla gelen her şey, titreşim halindedir. Durum böyleyken, insan auroası ise evrenle titreşim halinde bulunmaktadır. Bunun yanında auralar, çevrede bulunan kişilerin auralarıyla da etkileşim içerisindedir. Kişilerin auraları arasındaki etkileşim uzun sürerse, her geçen zamanda enerji alışverişi de paralel olarak artış göstermektedir. Auraların bir diğer özelliği de, katmanları olmasıdır. Etetik kısımda, evrenden ve etrafta bulunan canlılardan yaşam enerjileri gelir ve bu enerjiler aktarılır. Yine psikolojik alandan bakıldığında, ruhsal dünya ile birtakım bağlantı akışı gerçekleşmektedir. Zihinsel alanın çalışma konusu ise, düşünme şekli ve mantıktır.

Kişilerin kendi eterik aurasını görebilmek mümkün bir durumdur. Bu işlem için yarı karanlık bir odaya geçilmeli ve burada rahat bir yere oturulmalıdır. Oturduktan sonra eller hızla birbirine sürtülmelidir. Bu sürtme işlemi 30 saniye kadar olmalıdır. Sürtme işleminin ardından iki eli, avuç içi birbirine bakar şekilde mesafeli bir şekilde tutmak gerekir. Ardından mesafe bozulmayacak şekilde eller ileri ve geri olacak şekilde hareket ettirilir. Sonra gözlerle avuç içlerle dikkatsiz bir şekilde bakılmalıdır. Avuç içlerinde duman gibi bir şey gözükmeye başlar. Bu dumana benzeyen şey auradır. Bu işlem eğer her gün tekrarlanırsa, aura rengarenk gözükmeye başlayacaktır.

Başka insanların eretik aurasını da görmek mümkündür. Bunun için aurası görülmek istenen kişiye 2 metre bir mesafede durulur. Bu kişiye, odaklanmadan bakılır. Bir süre sonra karşıdaki kişinin aurası görülmeye başlanacaktır. Aurolar, kişilerin ruh durumlarına göre şekil alırlar. Öyle ki yaşamda mutlu olan kişilerde aurolar kesiksiz ve renkliyken, mutsuz kişilerde durum tersidir. Mutsuz kişilerin aurası gri ve kırıklı yapıdadır.

İşte Aura çalışmaları yapılırken kullanılan renkler ve anlamları:

Kırmızı; Hırs rengidir. Yaşam gücü yüksek olan kişilerde görülür. Hırs, tutku, kızgınlık, aşk, nefret gibi duyguları hissettiğimizde ortaya çıkar. Dolaşım sistemini ve seksüel içgüdüleri temsil eder. Kırmızının çok olması durumunda kişi sinirli, kızgın, agresif, sabırsız veya heyecanlı olabilir.

Turuncu; Takdir edilme isteğini aşamamışlık duygusu. Duygusallık ve yaratıcılığı temsil eder. Cesur ve sosyal olunduğu zaman kendini gösterir. Bulanık turuncular ajite hallerinde de ortaya çıkabilir. İyi analiz edilmelidir.

Sarı; Düşünceli olma. En kolay görülebilen Aura rengidir. Baş üzerinde görülen soluk sarı iyimserliği gösterir. Sarı beyinsel aktiviteleri temsil eder. Entelektüel, bilge, aydınlanmış kişilerde sarı çok sık görülür.

Yeşil; Zekânın rengidir. Hassas, sıcak insanların rengidir. Arkadaş canlısı, açık fikirli ama bağımlı insanlar yeşili gösterir. Parlak yeşilden maviye kayan renkler iyileştirme kapasitesi yüksek kişilerde görülür. Bulanık yeşiller kıskançlığı, kendinden emin olmamayı ve güvensizliği gösterir.

Mavi; Asil bir amaca aitlik duygusunun rengidir.  Sarının yanında çok kolay görülebilen bir diğer renktir. Sessizlik, sakinlik, ciddiyet ve dürüstlüğü temsil eder. Telepatik görüler arttığında yoğunluğu artabilir. Açık maviler aktif hayal gücünü ve zengin bir iç dünyayı gösterirken, koyu tonları yalnızlığı ve bağımlılığı ifadeler. Bulanık maviler ise melankolik, endişeli, korkulu durumlarda ortaya çıkar.

Mor; Yardımseverliğin, iyiliğin ve bilgeliğin rengidir. Kalbin ve aklın karışımıdır. Arayan, araştıran, hayal eden, aktif kişilerde görülür. Pratik ve dünyevi meseleleri kolayca çözebilen, güçlü kişilerde görülür. Çok açık tonları aydınlanmış kişilerde görülür. Kırmızıya kaçan tonları kazanma güdüsünü kamçılar. Bulanık tonları bir şeyleri çözmeye çalışan kişilerde veya erotik durumlarda ortaya çıkar.

Aura’nın diğer renkleri :


Pembe alçakgönüllü, sakin ve aşık kişilerde görülebilirken, altın çok etkileyici ve yüksek enerjili kişilerde görülür. Beyaz ve Siyah saflık ve içe kapanışlarda görülür. Tersi de olabilir. Gri dişiliği ve bunalımı temsil eder, kahverengi kafa karışıklığı ve bencillik. Gümüş renkler yaratıcılık kabiliyeti çok yüksek olan kişilerde görülür.

Aslında renklerin tanımı yukarıda belirtilenler kadar basit değildir. Pek çok rengin duruma göre anlamları vardır. Bir kişide birden çok renk ortaya çıkabilir. Önemli olan bu renkleri iyi analiz etmek ve kişinin kendine özel Aura haritasını doğru çıkarmak ve düzgün takip edebilmektir.

 

3.KADEME REİKİ AŞAMASI VE TEKNİKLERİ

 

Üçüncü seviye reiki öğrenmek herkesin yapabileceği bir şey değildir. İlk iki kademede gerçekten uzmanlaşmış olmanız gerekir. Artık evrensel sorumluluğun bilincinde olan ve üstatlık hakkını kazanacak ruhsal gelişimi göstermiş olmanız gerekir. Size üçüncü kademe iki parça halinde sunulur. İlk hedef Reiki Master olmaktır. Uyulmamanız ardından size bir Master simgesi öğretilir. Bu simge gerçekten çok güçlü ve inanılmaz bir sorumluluk verir.

Reiki 2‟de üç adet Usui sembolü öğrendiniz. Zaman ve uzayın ötesinde iyileştiren bağlantı sembolü (HSZSN) ilk iki sembol için bir temsilci olarak kullanılabilir. Böylece bu sembol ilk iki sembolü birleştirir. Üçüncü seviyede master sembolünü öğreneceksiniz, bu sembol tamamen ilk üç sembolün bir birleşimidir (bütünleşmesidir). Master sembolü öğrendiğinizde, ona sadece istediğiniz enerji fonksiyonunu uygulamak için gereksiniminiz olacak. Tüm evreni temsil eden master sembolü Daha Yüksek Boyutlardan Varlığın kutsal titreşimine bağlanmak için kullanılır. Böylece bu sembol direkt olarak Kaynağa bağlar ve Reiki 2 sembollerini aşar ve bütünleştirir. Bütünleşmiş (birleşmiş) sembolleri kullanmak için bağlantı sembolü ile (HSZSN) başlayın. Bu sembolü parlayan bir güneş olarak vizüalize edin ve şifalarınızda sadece bu imgeyi kullanın. Bir kez bunda usta olunduğu zaman, master sembolüne geçin. Sadece master sembolünü vizüalize edin. Bunda usta olunduğu zaman sadece saf Işığı imgelersiniz ve bu Işık ile birleşirsiniz. Sonuçta, Reiki şifası basitçe Işık ile birleşme ve Işığın gerekli olan her şeyi yapmasına izin vermektir. Işık ile birleşme bizi semboller kullanmaktan alır ve saf bir şekilde ve basitçe Reiki‟nin Kaynağı ile çalışmaya götürür. Semboller başlangıçta yararlıdır, bir bisikletin yan tarafındaki öğrenme amaçlı küçük tekerlekler gibi. En sonunda, onlara olan güvenimizi salıvermeye ve direkt olarak Kaynak enerji ile ve kendi niyetimiz ile çalışmaya gereksinimimiz var.

Üçüncü seviyede ikinci olarak size Master Teacher olmak öğretilir. Master reiki şifasına kanal olurken enerji gönderiminizi inanılmaz derecede arttırır. Ancak Teacher olmak yani öğretmek çok daha sorumluluk ister. Master/Teacher olan kişiye nasıl uyumlama yapacağı öğretilir. Uyumlama yapmak için gerekli ritüeller öğretilir. Öğretmen olarak öğrencilerinizin gelişimlerini de izlemeniz gerekir. Bu artık öğretmen olarak öğrenmenin bittiği anlamına gelmez. Her öğrenciniz ile paylaşacağınız tekamüller inanılmaz şeyleri öğrenmenize sebep olur.

 

 

 

USUI MASTER SEMBOLÜ

DAI KO MYU – DAI KO MYO - DAI KOO MYO

 

 

Usui Master Sembolünün birçok anlamı vardır. En genel anlam “Büyük ParlayanIşık”tır. Bir diğer çeviri “Evrenin Büyük Varlığı Üzerime Işıldıyor” olabilir. Zen uygulamasında, onun “Büyük ışık saçan Işığın Hazine Evi” olarak belirtildiğini gördüm ve kişinin “Buddha Doğası”nın ve aydınlanma durumunun sembolüdür. Bu sembolü kullanmak için uyumlandığınızda, her zaman bu sembolü diğer sembolleri kullanmadan önce kullanmalısınız, çünkü diğer sembolleri güçlendirir. Bugün Dai Ko Myo‟nun 20 çeşidi biliniyor.

 

Anlamı:

 

  • Kendimi yaratıcı ile uyumluyorum
  • Dai büyük anlamına gelir, Ko küçük anlamına gelir ve Myo uyum anlamına gelir
  • Büyük parlayan ışık
  • Işığın hazine kulesi
  • Evren‟in Büyük Varlıkları üzerime ışıldıyor/parlıyor
  • Işığın Büyük Işınının tapınağı
  • Evren‟in Büyük Işığı bana rehberlik ediyor
  • Sevgi‟nin son kaynağı
  • Işığın, Uyumun, Şifanın Sembolü

 

  • Usui Master Sembolü, Güçlendirme Sembolü olarak bilinir.

 

Etki:

 

  • Kendini - güçlendirme
  • Enerji yükselticisi
  • Enerjilendirici
  • Koruma
  • Uyumlama
  • Hücresel ve genetik şifa
  • Başlıca daha üstteki çakralarda çalışır (boğaz çakrası, üçüncü göz çakrası ve taç çakra)
  • Spiritüel seviyede çalışır
  • Nedensel seviyede çalışır
  • Taç çakradan kök çakraya kadar enerji dolaşımını tekrar - dengeler
  • Realiteyi değiştirebilen sembol olarak düşünülür
  • Arındırma
  • Sezgiyi ve yaratıcılığı artırır
  • Gerçekleşmekte olan şeyi hızlandırır

 

Kullanımı;

 

  • Güçlendirme
  • Sezgiyi ve yaratıcılığı artırma
  • Spiritüel bağlantı
  • Meditasyon
  • Yorgunluk durumunda hastanın başına uygulanır
  • Zihinsel şifa
  • Nedensel şifa
  • Kristalleri enerjilendirme (sembol sırası DKM + CKR + SHK + HSZSN + DKM olarak Uygulanır)
  • Öğrenmeyi ve zihinsel berraklığı canlandırma/hızlandırma (hastanın başı üzerine DKM + CKR + DKM uygulanır)
  • Kendini – iyileştirme ve enerji dolaşımını canlandırma (günde iki kere kalp çakrası üzerinde 5 dakika süre ile imgelenir)
  • Hastanın bağışıklık sistemini güçlendirme
  • Meditasyon (Master meditasyonu için daha aşağıya bakın)
  • Uzaktan şifa
  • Karmik tedavi
  • İsteklerin tezahür ettirilmesi (DKM aktive edilir, bu enerji tezahür ettirmek istediğimiz niyeti imgelerken gönderilir)
  • Uyumlamalar
  • Psişik ameliyat

 

Bu sembol için birçok yeni kullanımlar yaratmak için sadece imgelemenizi kullanın.

Sembol için daha önceki tüm bahsedilen kullanımları ona uyumlandıktan hemen sonra kendiniz için deneyebilirsiniz. Güçlendirme sembolü tüm evreni, tüm varlıkların Tanrı ile birliğini temsil eder. Tanrı ile bağlantımız olan 7 nci çakrayı aktive eder. Sembol, Daha Yüksek Boyutlardaki Varlığın bilinçli enerjisi ile rezonansa girerek tüm varlıklar için sevginin, şifanın ve uyumun ince titreşimlerini iletir. Sembolün çok kutsal bir enerji olduğu düşünülür ve “Tanrı‟yı çağıran sembol” ve “Spritüel uyanış için sembol” gibi isimler verilir. Sembolün değeri şu ki, kutsal bir realiteye işaret eder ve bizim bu kutsal realite ile bütünleşmemize izin verir. Sembol ile temsil edilen Kaynak kutsaldır, ancak sembolün kendisi sadece bir araçtır. Güçlendirme sembolü için Japonca kotodama veya mantra Dai Ko Myo‟dur,

 

Büyük Parlayan Işık olarak tercüme edilir.

Japonya‟da, Buddha tarafından yayılan Büyük ışık olarak bilinir. Sembolün Ko – Myo

kısmı tüm karanlığı parçalayan bilgeliğin ışığını temsil eden bir Japon sembolüdür.

Dai Ko Myo gerçek yolunuz ile ilgili berraklık ve tanıma sağlar. DKM Kendini Güçlendirmenin güçlü bir enerjisini aktive eder ve spiritüel bağlantı ve sezgiyi açmak ve hücresel şifa için kullanılır. Bu enerjiye uyumlandığınızda, Reiki‟yi her aktive ettiğinizde onu kendiniz veya başkalarını tedavi etmek için kullanabilirsiniz. Hücresel ve genetik seviyede çalıştığı söylenir ve migren başağrılarını tedavi etmekte değerlidir. Çoğu insan Üçüncü seviye Reiki uyumlanmasının sezgiyi ve psişik farkındalığı artırdığını keşfetmiştir. Bu enerji ayrıca Tezahür ettirme enerjisi olarak kullanılır. Tezahür ettirme için DKM „yu kullanmak için bu enerjiyi aktive edin ve tezahür ettirmek istediğiniz niyetinizi imgeleyin, bu sizin yüksek benliğiniz ve ruh amacınız ile uyumlu olmayan şeyleri getirmez. Reiki Master Hiroshi Doi‟nin bu sembol ile ilgili açıklaması “Dai Ko Myo, Güçlendirme, 4 ncü sembolün karakteristikleri – Tüm evreni sembolize eder. Reiki‟deki en yüksek sembol. 7 nci çakrayı aktive etmek için.

 

Anlamı ve fonksiyonları

  1. Tüm evren titreşim/ışıktan yapılmıştır. 4 ncü sembol daha yüksek boyuttaki bilinçli

Enerji ile rezonansa girerek tüm varlıklar için sevginin, şifanın ve uyumun süptil titreşimini aktarma fonksiyonu görür.

 

  1. Bu, çok kutsal bir sembol olarak düşünülür ve “Tanrıyı çağıran sembol”, “Spritüel uyanışa rehberlik eden sembol” gibi en yüksek ifadeler verilir. Ancak sembol kutsal varlığa bağlanma ve onun parçası olma fonksiyonunda kendi değerine sahiptir. Sembol ile temsil edilen Kaynak (yüksek boyut) kutsaldır, sembolün kendisi sadece bir araçtır.

Spritüel bedenler fiziksel bedeni etkiler. Master seviyesinde şifanın daha yüksek spritüel beden tapınağını etkilediği ve varlığın tüm seviyelerinde çok büyük dönüşüm ve şifaya götürebildiği düşünülür. Bu sembolün bir odağı ruhu iyileştirmektir. Fiziksel beden spritüel bedenin durumunu yansıtır ve kişi DKM ile hastalığı nedensel kökünde veya spritüel seviyede etkili olarak iyileştirebilir.

 

Üç A seviyesine uyumlama  ile 16 haftalık eğitim başlar. Haftada 1 kez 1 saat, kalp ve taç Çakra ya dai ko myo çizilip adı 3 ‘er kere tekrarlandıktan sonra, sağ el kalpte, sol el taç Çakra da olacak şekilde dai ko myo zikredilir. Bu gerçekten sabrın öğrenildiği bir eğitimdir. Her haftanın kendisine özgün niyetleri vardır.

 

 

1.Tekâmül için gerekli olan bütün deneyimleri kolaylıkla kabullenebilmem için Reiki gönderiyorum.

 

2.Korkularım için Reiki gönderiyorum.

 

3.Bilincime, kendimi sabit bir ben olarak algılamama sebep olan tüm duygusal ve düşünsel kalıpların, çözülmesi ve dengelenmesi için Reiki gönderiyorum.

 

4.Endişelerim için Reiki gönderiyorum.

 

5.Üst benliğime(ruh)tanıdığı tüm sınır ihtiva eden duygusal ve düşünsel kalıpların çözülmesi ve dengelenmesi için Reiki gönderiyorum.

 

  1. Gerçeği çarpıtmamam için Reiki gönderiyorum.

 

7.Üst benliğime içinde tanıdığı tüm korku ve güvensizlik enerjilerinin çözülmesi ve dengelenmesi için Reiki gönderiyorum.

 

8.Öfkelerim için Reiki gönderiyorum.

 

9.Bilinçaltıma içinde sınır ihtiva eden tüm duygusal kalıpların çözülmesi için Reiki gönderiyorum.

 

10.Bağımlılıklarım için Reiki gönderiyorum.

 

11,Bütünün hayrına olacak şekilde insanlarla ilişkilerimde tüm insanlığın bir parçası olarak var olabilmek için Reiki gönderiyorum.

 

12.Hırslarım için Reiki gönderiyorum.

 

13.Bütünün hayrına olacak şekilde tekâmül planıma göre değişmesi gereken tüm düşünce kalıplarının değişmesi için evrene reiki gönderiyorum.

 

14.Egom için Reiki gönderiyorum.

 

15.Üst benliğime(ruhuma )bütünün en yüksek hayrına olacak şekilde aydınlatıcı büyük ışıkla beraber Reiki gönderiyorum.

 

16 Hayatımda her zaman Tanrısal doğrunun gerçekleşmesi için Reiki gönderiyorum.

 

 

TAM BİR REİKİ TEDAVİSİ

 

Bu tedavi yöntemi birkaç büyük Okuden tedavisi yöntemini tek bir yöntemde birleştirir.

Alıcı bir iskemle üzerinde otururken uygulanır.

  • Gassho.
  • Ellerinizi kaldırın ve Reiki‟ye bağlanın.
  • Ellerinizi aşağıya indirin ve tedavi süresince huzur ve uyum iletmek için niyet ile Reiki

gönderin.

  • Her iki eliniz ile alıcının başı üzerinde havayı okşayın. Bu baştan ayak parmağına veya

soldan sağa yapılır.

  • Aynı anda başın arka tarafına ve alına Reiki uygulayın.
  • Başın yanlarına (şakaklara ve yanaklara) Reiki uygulayın.
  • Başın tepesine ve ağza Reiki uygulayın.
  • Boynun her iki yanına Reiki Uygulayın.
  • Omuzlara Reiki uygulayın.
  • Başın arkasının dibinde (omurganın tepesinde) başparmaklarınız ile omurganın mükemmel bir şekilde hizalanmış ve düzgün çalıştığı imgesini yaratın.
  • Başparmaklarınızı omurganın yanlarından sakruma (kuyruk sokumu kemiği) kadar üç kere sürüyerek indirin.
  • Her iki elin işaret parmaklarını ve ikinci parmaklarını (yüzük parmağı) kullanarak, aynı şeyi üç kere tekrarlayın.
  • Sağ avucunuz ile sağ tarafı daireler çizerek ovun, özellikle scapulanın (omuz küreği) kenarını. Sol tarafta aynı işlemi tekrarlayın.
  • Omurga bölgesinde avuçlarınız ile veya parmaklarınız ile Reiki enerjisini ovarak aktarın.
  • Her iki elinizin ilk iki parmağını omuz kemiği ile boyun arasına yerleştirin (burada yumuşak bir nokta vardır). Biraz basınç uygularken, bedene Reiki verin.
  • Her iki avucunuzu kullanarak, omuzlara ve sırt bölgesine hafifçe vurmaya başlayın.

Avuçlarınızdan çalıştığınız bölgeye Reikinin akmasına niyet edin. Sırt bölgesi tamamlandığında, omuzlara daha fazla basınç ile vurabilirsiniz.

  • Alıcının sol kolunu alın ve daireler şeklinde masaj yapın. Kolu biraz sallayın ve sonra omuzdan parmaklara kadar birkaç kere vurun. Bunu sağ kol ile tekrarlayın.
  • Sol bacağı uyluktan ayak parmaklarına kadar birkaç kere süpürerek temizleyin. Sağ bacakta da aynı şeyi tekrarlayın.
  • Aura temizleme işlemini tekrarlayın (Adım 4)
  • Alıcının ön tarafına geçin ve başınız ile selamlayın.
  • Gassho ve kollarınızı iyice sallayın.

 

 

Master Simgesine uyumlanmanız sizin öğretmenlik yapabileceğiniz anlamına gelmez. Öğretmenlik aşaması için uyumlama ritüellerini de öğrenmiş olmanız gerekir. Usui Reiki burada son bulur ancak reiki kendisini geliştirmeye devam eder. Bu seviyelerden sonra Grand Master seviyesi gelir.

 

 

Grand Master Teacher Seviyesi

 

Grandmaster Işık Seviyeleri, Sensei Usui tarafından öğretilmemiştir. Usui reikiden farklı olarak daha sonra Reiki Ustalarının meditasyon yolu ile kanallık ettikleri, oldukça güçlü frekanslardır. Grandmaster Seviyeleri; Uygulama Teknikleri içerse de genel uygulama; sembolleri kullanarak meditasyon yolu ile sınırsız olasılıkta var olan kişiye özel şifa tekniklerini keşfetmek. Tüm seviyelerin ortak yönü, Ruhsal Bilgeliğin gelişmesinde miheng taşları oluşlarıdır. Her bir Işık Seviyesi için ihtiyacınız olan bilgi donanımı içinizde saklı ve gelişen bilgeliğiniz size bu gerçeklik kapılarının açılmasına imkân tanır.

Grand Master olan kişi kendi deneyimleriyle bu aşamaları yaşar ve öğrenir. Her aşamada öğretilen semboller vardır. Reiki Grand Master seviyeleri 5. seviyeden 18. seviyeye kadardır. Bu aşamalar şöyle sıralanmaktadır:

5. Aşama: BÜYÜK HARMONİ 
6. Aşama: BÜYÜK PAYLAŞIM 
7. Aşama: BÜYÜK ÖZGÜRLÜK 
8. Aşama: BÜYÜK BARIŞ 
9. Aşama: BÜYÜK GERÇEK MUTLULUK 
10. Aşama: BÜYÜK UMUT 
11. Aşama: BÜYÜK GÜÇ 
12. Aşama: BÜYÜK SEVGİ 
13. Aşama: BÜYÜK ÖĞRETİ 
14. Aşama: KENDİNİ TANIMA 
15. Aşama: YAŞAM YOLU 
16. Aşama: BİRLİK 
17. Aşama: ZAMAN VE MAKAN ÖTESİ YOLCULUK 
18. Aşama: RUHSAL BİLGELİK

 

GRANDMASTERLİK SEVİYELERİNİN BİZE KAZANDIRDIKLARI


KARMALARIMIZI TEMİZLEYEBİLİRİZ: Yaşadığımız tüm karmalarını temizleyebilme yeteneğini edinerek bunu hem hendimize hem başkalarına uygulayabiliiriz.

REİKİ LASER TEKNİĞİ İLEŞİFANIN GÜCÜNÜ ARTTIRABİLİRİZ.: Dai Sho Wa ve Dai Fa Shu sembolleri ile enerji bir noktada yoğunlaştırılıp, 2-3 saniye içinde şifa gönderilecek kişiye/yere bir anda şifa gönderilebilir. böylece hem zamandan kazanılır hem de şifa enerjisinin yoğunluğu artar.

ŞİFACILIKTA FREKANSINIZ YÜKSELİR: Grandmaster’lık aşaması ile enerji seviyeniz oldukça yükselir. 

ASTRAL SEYAHAT: Grandmaster’lık aşamasının DAI SHO WA ve DAI FA SHU sembolleri ile astral seyahat daha kolay yapılabilmektedir..

İLAHİ KORUMA ÇEMBERİ OLUŞTURABİLİRİZ: Dai Fa Shu sembolü ile ilahi bir koruma çemberi oluşturulur. Bu koruma çemberiyle herşey tüm negatif enerji, olgu ve olaylardan korunabilir.

 

 

 

 

 

BÖLÜM II

 

 

Reiki İle Aydınlanma

 

 

Tekamül :

 

Tekâmül sözcük anlamıyla gelişme, olgunlaşma, evrim anlamına gelmekte olup, farklı alanlarda farklı ve özelleşmiş anlamlarda kullanılan bir terimdir. Maneviyatı ilgilendiren alanlarda biyolojik evrim ya da maddi evrim anlamında kullanılmaz. Deneysel spiritüalizmin temel ilkelerinden biri olan tekamül ya da ruhsal tekamül, bu alanda ruhsal gelişim anlamında kullanılmaktadır. Kısaca ruhların madde evrenindeki görgü ve deneyimini arttırması olarak tanımlanır

Dünya gezegenini bir tür okul olarak tanımlayan görüşe göre, insan ruhunun dünya okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli nitelikler, esas olarak sevgi, şefkat, merhamet, fedakârlık gibi ruhsal yeteneklerini geliştirmiş olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak, diğerkâm olmak (kendisi kadar başkalarını da düşünmek),  kısaca kendisine ve diğer canlılara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir. Ruhsal tekâmül her alandaki ruhsal gelişimi içeren bir kavram olmakla birlikte, ruhsal tekâmülün pek ileri olduğu söylenemeyecek bu dünyadaki ve bu zamandaki asıl anlamı budur. Kişinin alt etmesi gereken en önemli iki düşmanı bencillik ve onu da kapsayan nefsaniyettir. Bu mücadelesinde en önemli silahları ya da yardımcıları özeleştiri (nefis denetlemesi)yapması, kendisine karşı dürüst olması ve vicdanının sesine her zaman kulak vermesidir.

Tekâmülün anlamına varmak bir bakıma yaşam sebebini anlamlı kılar. Dünya üzerinde yaşadıklarımız bizleri bir yerden alıp bir yere götürmektedir. Hayat denilen, bir çok bilgiyi, tecrübeyi edindiğimiz, kısa zaman içinde yaşadığımız, tekâmül sahnesidir. Deneyimler ve öğrenimler ruhsal gelişmenin ana besinleridir. Elbette öğrenmenin gerçekleşmesi için hataların da yapılması gerekir. Yapılan hatalardan çıkartılacak anlamlar da bu beslenmenin bir parçasıdır. Vücudumuzu beslemeyi önemli saydığımız kadar ruhu beslemeyi de önemli saymamız gerekir. Her insanın hayatı deneyimleme şekli farklıdır. Hayata bakış açısı bunu şekillendirir. Her birimizin farklı olması tekâmüllerimizi paylaşma ve birlikte yaşama şansı verir.

 

1.Çözümleme (Arınma)

Kendimizi ifade ediş şekillerimizden tutun da yaşamsal alışkanlıklarımıza kadar dışa vurduğumuz kişiliğimizin ne kadar bize ait olduğunu sorgulamak gereklidir. Bu iş gerçekten kolay değildir. Gerçek samimiyet ile bu sorgulamayı yaptığınızda, aslında size ait zannettiğiniz bir kişiliğiniz olmadığını göreceksiniz. Göründüğünüz ile olduğunuzun arasında dağlar olduğunu göreceksiniz. Tanrı tarafından biçimlenerek bu dünyaya geldikten sonra toplum tarafından ikinci bir biçimlendirmeyle orijinalliğinizi kaybettiğinizi anlamanız sizi içten yıkacaktır. İşte çözümlenme burada başlayacak ve tekrar kendinizi inşa etme fırsatı doğacaktır. Reiki burada farkında oluşu arttırarak size büyük bir yardımda bulunacaktır. Bir süre sonra size ait olmayan tüm yüklerden kurtulmaya başladıkça hafifleyecek ve rahatlayacaksınız. Boşalan yere gerçek bilgi dolmaya başladığında ise güçlenecek ve hızlanacaksınız.

Bilgeleşmek ve arınmak için kendisini toplumdan izole edip dağlara çıkan insanların hikâyelerini duymuşsunuzdur. Doğa ile tekrar kendisini sıfırlamak için ıssız dağlarda aylarca yaşamak da bir yöntemdir. Meditasyonlar ile bunu başaran insanlar da vardır. Burada en önemli araç kendine samimi olmaktır. Kendisine yalan söylemeyi normal gören insanların işi gerçekten zordur. Bu yalanların başında zaman kavramı gelmektedir. Zamanın ötesine geçip bakabilmeyi başarabilmek gerekir. Kendinizi önce zamandan arındırmanız gerekir. Geçmiş ile gelecek kavramları esasında cümleler kurduğumuzda oluşur. Bunun dışında zamanı ifade etmenin başka bir şekli yoktur. İsimler zamanı ifade etmez. İçinde hal, oluş ve hareket olmadan zamanı anlatamayız. “Ahmet” ismi hiçbir zamanla ilişkili değildir. Ancak Ahmet bir şey yaparsa zaman kavramından bahsedebiliriz. Bu bahis ise sadece cümlelerde vardır. “Ahmet gitti” dediğimiz anda zaman kavramı ifade edilmiş olur. O cümleye “Ne zaman ?” sorusunu sorabilirsiniz. Hareket bildiren cümleler olmadığında “Ahmet” için bir zamandan bahsedemeyiz. Kelimeler sustuğunda zaman da duracaktır. Elbette cümleler zihnimizde olan biteni dile getirmek için kullandığımız araçlardır. Aslında elle tutamadığımız bir geçmiş ya da gelecek sadece cümlelerde ifade bulabilmektedir. Cümleler dışında hiç kimse geçmişi ya da geleceği somut olarak ispat edemeyecektir. Zaman yanılgısından kurtulabilmenin en mükemmel metodu “an” da durabilmektir. Şu anda ne oluyorsa gerçek olan o dur. Bunu geçmişle ya da gelecekle yorumlamak büyük bir hatadır. İşte zihnimizde ne kadar cümle kuruyorsak o kadar çok zamanla ilişkileniyoruz demektir. Zihni susturup sessizliği dinlemek için insanlar kendilerini toplumdan izole etmek isterler. Zaman iki kutuplu ve insanı iki tarafa çeken bir güçtür. Bugün olanları geçmişe bağlamak ve yarın olacakları da bugüne bağlamak bir hatadır. Kurduğumuz cümleler de böyledir. Zamanla ilişkilidir.  İki kutup tarafından çekiştirilen insan çok yorulur. Reiki ikinci kademede öğretilen zamansızlık ve mekânsızlık sembolü kişide bu bilince yönelik çalışır. Zamanı ifade eden uzaklık, zaman ortadan kalkarak an içerisinde varoluş öğrenilir. Bir reiki şifacısının bu yüzden aylarca yüksek dağlarda arınmayı beklemesine gerek kalmaz.

 

Arınma süresince insanın kendi gerçekliği ile evrensel gerçekliklerin uyuşması amaçlanır. Biliyorsunuz ki psikolojik sorunların çoğu çocukluk dönemlerine dayanır. Bunun en önemli sebebi, çocukluk döneminde toplum tarafından uğradığımız ikinci biçimlendirme kendimizi reddedişin de başlangıcı olur. Olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi olma çabası başlar. Gerçek bilgi deneyimlenerek edinilir. Oysa bir çocuğa eğitim hayatı boyunca deneyimlemediği bilgiler verilir. Bu bilgiler gerçek bilgiler değil, birer sanıdır. Sanılar deneyimlenmemiş bilgilerdir ve gerçek olduğu ispatlanmamıştır. Gerçek bilgi ile karşı karşıya geldiğimizde ise kabullenme zorluğu çekeriz. Çelişkiler arasında kalır ve zor zamanlar geçiririz. En büyük sorunlardan birisi de bir başkası gibi olmaya çalışmaktır. Sizin fenomen olarak gördüğünüz kişi bunu kendisi olarak kalarak başarmıştır. Zaten yaratılışta en büyük ödül verilmiştir. Sizden başka sizin gibi olan birisi daha yoktur. Siz zaten bu dünyaya fenomen olarak gelmişsinizdir ve tek işiniz bunu korumak olmalıdır. Evrensel gerçek sizin varlığınızdır ancak siz bundan uzaklaştıkça sorunların başlamasına neden olursunuz. Reiki birinci seviyede dokunma ile kendi mükemmelliğinizin farkına varmaya başlasınız. Her dokunuş sevgiyle kendinize gösterdiğiniz saygıyı arttırır. 21 gün boyunca sadece kendinize 45-50 dakika zaman ayırmış olursunuz. Kendinizle kaliteli zaman geçirmeniz gerektiğini hatırlarsınız. Bu sizi gerçek benliğinize doğru sürüklemeye başlar. Size ait olmayan davranışların, düşüncelerin, maskelerin farkına varmanız kendinize dönüşünüzü hızlandırır. İçinizdeki yaralı çocuğa tekrar ilgi göstermenize sebep olur. Her reiki dokunuşu içinizdeki yaralı çocuğun saçını okşayıştır. O çocuk güçlendikçe kendinizi muhteşem hissetmeye başlarsınız. Bu ayrıca korkularla ördüğümüz duvarların arasında güvenli zannettiğimiz bölgenin de farkına varmamızı hızlandırır. Artık o duvarların ötesinde neler olduğunu merak edecek cesarette geri gelmiş olur.

 

  1. Samimiyet

Bir gün deniz kenarında otururken gördüklerime hayret ettim. Aslında her gün gördüğüm şeylerdi ama o gün bana bir şeyler anlatmaya başlamışlardı. Güneş her sabah doğuyordu. Ay geceleri çıkıyor ve gündüz kayboluyordu. Su buharlaşıyor ve yağmur olarak tekrar yağıyordu. Hepsi görevinin bilincinde ve kararlı bir şekilde aksamadan işlerini yapıyorlardı. Güneş hiç doğuyormuş gibi yapmıyordu. Yağmur yağıyormuş gibi yapmıyordu. Gördüğüm bir gerçek vardı ki yapıyormuş gibi yapan bir tek varlık insandı. Birçok öğrenci dersi dinliyormuş gibi yapıyordu. Doktorların bazıları muayene eder gibi yapıyor ilaç yazıp hastalarını yolluyordu. Tamirci tamir ediyormuş gibi yapıp üç gün sonra bozulacak buzdolabınızla uğraşıyordu. Bu örnekleri daha çok arttırabiliriz. En acısı anne babalık yapıyormuş gibi yapan ebeveynlerdir. Sonrasında takip ettiğim gerçekler de şöyle gelişti. Dersi dinliyormuş gibi yapan öğrenci büyüdüğünde işsizlikten şikâyet etti. Muayene ediyormuş gibi yapan doktorun hastası bir hafta sonra aynı şikâyetlerle tekrar geri geldi. Buzdolabınız iki hafta olmadan tekrar arıza verdi. Çocuklar anne babalarına karşı asi ve saygısızlaştı. İşte bunların temel sebepleri kişilerin samimiyetsizlikleriydi. Emin olun bu samimiyetsizlik aileden çocuğa, ustadan çırağa geçen bir duruma döndü. Peki, neden yapıyormuş gibi yaptık durduk. Aileden, çevreden gelecek tepkilerden korktuğumuz için. Dersi dinliyormuş gibi yapmasak ve sınıftan çıkıp gitsek neler olur? Hastaya şu anda sizi muayene etmek istemiyorum deseniz ne olur? Bugün buzdolabınızı tamir etmeyeceğim deseniz ne olur? Ben sana anne baba olmak istemiyorum deseniz ne olur? Bunların cevaplarını düşünmek bile istemezsiniz. Samimi olduğunuzda işlerin karışacağından korkarsınız. İşler siz samimi olmadığınızda karışıyor. İşin içine yalan sözler ve davranışlar giriyor. İnsandan başka hiçbir varlık yapıyormuş gibi yapmıyor. Bu şekilde davranmanın altında korkular yatıyor. Sırf moda olduğu için birinci derece reiki eğitimi alan o kadar çok insan biliyorum ki. Onlar yapmış olmak için yapma alışkanlıklarından belki vazgeçerler diye ben eğitim vermeyi reddetmiyorum. Bir kısım Reiki öğrencileri aldıkları eğitimi toplumsal bir madalya gibi boyunlarına takıp geziyorlar. Bir kısmı ise bunun kişisel gelişim için bir yol olduğunun farkına varıyorlar. Diğer bir kısmı ise kendisini şifa yoluna adayıp hizmet etme yolunu seçiyorlar.

Kendisine samimi olmayan bir insana bunu söylediğinizde ilk olarak alacağınız tepki, söylediklerinize yapacakları itiraz olacaktır. Savunmaya geçen kişi suçlu olandır. Masum olan hiç bir insan savunma ihtiyacı duymaz. Ben yılların bana verdiği tecrübeyle şunu söyleyebilirim ki; “Biri sizin söylediklerinize kızıyorsa siz haklısınızdır.”  Gerçeklerin kabullenilmesi zordur. Zor olan kendi gerçeklerimizi bırakmaktır. Yada şöyle söylersek daha doğru olur; “Kendi gerçeklerimizin dışında bir gerçekle karşılaşırsak, yeni gerçeği sindirmeye zorlanırız. ” Reiki burada sanılardan arınmamızda ve gerçek bilgiye merhaba dememizde büyük bir yardımcıdır.  Evrene tarafsızca bir bakış atın. Atom ile elektronlardan tutun güneş ile gezegenlere bakın. Oldukça samimi bir mesaj alırsınız. Evrende her şey kabul ettiği şeyin çevresinde döner. Peki, siz neyin uydusu oldunuz?

İnsanlar ilk çağlardan beri kendilerinden güçlü olan şeylerden korkmuş ve onlara saygı göstermişlerdir. Kendilerine zarar vermesinler diye ilahlarına kurbanlar sunmuş ve tapınmışlardır. Tapınma şekilleri toplumlara ve ilahlara göre değişiklik göstermiştir. Genel olaraktan şu şekiller ortak olarak tapınma yolu olmuştur.

 

  1. Çevresinde dönmek
  2. Önünde eğilmek
  3. Onsuz varlığını sürdüremeyeceğine inanmak
  4. Sürekli ondan bahsetmek
  5. Onu yaymaya çalışmak.

 

Büyük dinlerin hepsi putlara tapınmayı yasaklamışlardır. Oysa insanlar daima kendilerine putlar oluşturmaya devam etmişlerdir. Günümüzde tek tanrılı dine inanan ve putları olan o kadar çok insan var ki. Esasında putperestliğin başlangıcı insanlık tarihinin başlangıcı kadar eskidir. Eski kaynaklara göre Kabe yapıldıktan sonra onun çevresinde dönmek en önemli ibadetti. Mekke’de yaşayan ve ticaretle uğraşan insanlar başka şehirlere gittiklerinde ibadetlerine devam edebilmek için oradan bir taş alıp yanlarında götürürlermiş. Gittikleri yerde ise o taşı yere koyar ve çevresinde dönerek ibadetlerini yerine getirirlermiş. Bu taşlar sonradan putlara dönüşmüş. Zannedildiği gibi putperestler Allah tanımayan kişiler değillerdir. Onlar putları Allah’a ibadet yolunda bir aracı gibi kullanmışlardır. Putperestliğin temel anlamı budur. Özetle Allah ile araya konulan bir şey otomatikman put olmaktadır. Yaratana ibadet etmeyi bırakıp başka bir şeye ibadet etmek demektir. Yukarıda bahsedilen tapınma yöntemleri günümüzde makam, para, mal-mülk, kişi, evlat gibi putlara yapılmaya başlanmıştır. Sürekli para ile ilgili konuşmak, o olmadan yaşayamayacağını düşünmek, zengin birisi geldiğinde ona saygı göstermek, paranın ne kadar önemli olduğu inancını yaymaya çalışmak örmek olarak gösterilebilir. Burada anlatmak istediğim şey; ”Kaynak ile ilişkiyi keserseniz, ondan gelen enerjiyi alamazsınız.” Gerçek kaynağınızı şaşırıp size enerji veremeyecek bir kaynağa saptığınızda sürekli veren taraf olursunuz. Bu da sizde bir süre sonra isteksizlik, yorgunluk ve depresyon meydana getirecektir. Genellikle isyan eder bir pozisyonda, sürekli şikayet edeceksiniz. Hayatın adaletsiz olduğunu düşünecek ve yaratanın sizi yalnız bıraktığı kanaatine varacaksınız. O zamanda kendi kendinize bu dünyada yaşamanın gereksiz olduğu fikrine kapılıp ölmek isteyeceksiniz. Gerisi belli ki hasta olacaksınız. Reiki Tanrısal farkındalığı tekrar hatırlatmada eşsiz bir görev yapıyor. Kaynağa bağlanmak ve ondan aldığınız şifaya kanal olmak çok güzel bir duygu. Hatta hayatınızda gereksiz inançları ve varsa kırıntılarını bile şifalandırıyor. Farkında olmak yaşıyor olduğumuzu bize ispat ediyor. Yaşıyor olmamız da bir amaç için yaratıldığımızı hatırlatıyor. Bu amaç bize bu dünya hayatında değerli bir hazine olduğumuzu gösterdikçe, Hayat da anlam kazanıyor. Şems-i Tebriz şöyle diyor;

“Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.”

 

 

3.Tahammül

Gerçeklerden kaçmaktan vazgeçtiğimizde, sabretmemiz gerekecektir. Sabrın içerisine sevgi eklendiğinde tahammül başlayacaktır. Tahammül, insanın sabretme ve bekleyebilme gücünü ifade eder. Bir olay başlamıştır ve sizi etkilemektedir. Olayın bitmesini bekleyebilme sabrını göstermek ise sanırım en iyi tanımıdır. Bu olay sizi etkilemeye başlamışsa inanın onu gerçek anlamda yaşamak, izlemek ve özümsemek sizin gelişiminiz için bir şanstır. Olayın oluş sürecinde ne kadar onunla ilgilenirseniz o kadar çok şey öğrenme şansınız vardır. Elbette olay yada olaylar sizi derinden üzebilir, yorabilir ve etkileyebilir. Zaten kutsal amaç buradadır. Ruhsal gelişme ve huzura giden yol daha önce de bahsettiğim gibi zor bir yoldur. Bizim tekamülümüzü arttıracak olaylardan birisi başlar. Sürpriz gibidir. Anlam veremeyeceğimiz şeyler bir anda olmaya başlamıştır. Yani yeni bir deneyim yoldadır. Başlayan her neyse onu içtenlikle kabul edip, anlamaya çalışmak gerekir. Evren tarafından size bir şans daha verilmiştir. Her başlayan olay mutlaka son bulacaktır. Bunu da ruhunuz zaten bilmektedir. Ancak zihniniz olaya farklı bakar. Panik halindedir. Önlemler almanız yada kaçmanız konusunda size baskı yapar. Tahammülün ne olduğunu bilen kişiler yalnızca beklerler. Olay, başlar sürer ve biter. Onlar yalnızca olayı gözlemler ve ondan edinebileceği tecrübeyi almaya çalışır. Bilirler ki olan şeyin karşısında alınacak bir önlem, kaçacak bir yer de yoktur. Bu bekleme anı çok zor gelebilir yada çok uzun sürebilir. İşte tahammül burada göreve başlar. Çocuklar çoğu zaman görmedikleri şeyin gerçek olmadığına inanırlar. Bu yüzden bir olay karşısında çoğu gözlerini elleriyle kapatır. Olayı görmüyorlarsa o olay yoktur. Yada duymamak için kulaklarını kapatırlar.  İşte burada bizler de olayları görmezden geldiğimizde gerçekten bizi yüceltecek bir deneyimi reddetmiş oluruz. Tahammül etmeye, sabretmeye gücümüzün yetmeyeceğini zannedip, olay olmuyormuşçasına ondan kaçarsak bizi yüceltecek bir sürü deneyimden de kaçmış oluruz. Her şey olur ve biter, bundan kaçar yada görmezlikten gelirsek bizde hiçbir değişim olmayacaktır. Görmezlikten gelmek ve olayları yok saymak kişinin hayata ve olaylara ne kadar samimi baktığını da gösterir. Var olan bir şeyi yok saymak ne kadar samimi olabilir ki?

 

Tahammül etmek evrene, Tanrıya ve kendine güvenmek demekti. Bu yüce üçlünün asla yanlış yapmayacağının inancı demektir. Şu andan itibaren insan, Tanrı ve evren bileşimini ilahi idare olarak tanımlayacağım. Gerçekten de öyle ki; Tanrı düzenleyen, insan yapan ve evren düzeni uygulayan güçlerdir. Tanrı evreni kurallar ile düzenlemiş, insanın tekamülüne hazırlamış ve insan da tekamül etmiştir. Burada tahammül sürecini zorlaştıran şey zihindir. Ruh zaten zaman bilinci dışında olduğundan herhangi bir hesap yapmayacaktır. Zaman algısı içinde olan zihin sizi acele etmeye zorlar. Tüm bildiklerini tarar, tecrübelere bakar ve bir denklem kurmaya çalışır. Arkasından da bir şeyler yapması gerektiğini zanneder. Sizi sabretmekten ve tahammül etmekten alıkoymaya çalışır. Zihin ne kadar hesap yaparsa yapsın her şey olacağına varır. Hesaplar tutmadığında ise şikayetler başlar.

Mevlana’nın sözü gerçekten yol göstericidir:

“Şikâyetçi kötü huyludur. İyi huylu şikâyet etmez; Tahammül eder.”

 

Reiki ile zaman-mekan kavramları ortadan kalktıkça zihnin ne kadar çok konuştuğunun farkına varıyorsunuz. Oysa ruhunuzun sesi kısık ve derinde kalıyor. Ruh ve zihin arasında dengeler oluşmamışsa yine sorun var demektir. İbadet ederken zihnin sesleri yüzünden çok zor günler yaşadığımı hatırlıyorum. Bir bilene sormak için çevreme baktığımda yolunu bilen olmadığını anladım. Reiki yoluna girdiğimde zihnin sesinin ne kadar açık ve tam tersine ruhumun sesinin ne kadar kısık olduğunu gördüm. Şimdi zihnimi ben kontrol ediyorum. Yalnızca ibadet ederken değil, günün her anında onu susturabiliyorum. Zihni susturduğunuz her an bir ibadet ortamında oluyorsunuz. Çünkü ruhsal olan huzur ve güven veriyor. Zihinsel olan şüphe ve korku yaratıyor. Şems-i Tebriz der ki;

“Biz namazdan namaza huzurda olanlar değiliz. Biz daima huzurda olduğumuzu bilenleriz”

 

4. İlahi İdare

İlahi İdare çalışırken asla tereddüt etmez. Daha önce bahsettiğimiz yasalarda onların tamamen evrensel olduğunun kanıtları da verilmiştir. Gözlem yapmak bile yeterlidir. İnsan bedenini % 70 i sudan oluşmaktadır. İnsan bedenini oluşturan hücrenin de % 75 i sudur. Hücre zar tarafından kaplanmıştır. İnsan da deri ile kaplanmıştır. Hücrenin organelleri vardır. İnsanın da organları mevcuttur. Benzeşim mükemmeldir ve bunu tüm evrenin yapısında görebiliriz. Doğum ile başlayan eğitim sürecinde öğrenmeye doğru bir itki yaşarız ve bunun sonucunda ruhsal ve zihinsel olarak gelişir, evrime uğrarız. İki kutuplu bu hayat içerisinde nötr olmanın gerekliliği denge yasasında açıklanmıştır. Hayat zıtlıklar içinde denge kurabilme sanatıdır. Maneviyatla maddiyat arasında kurulacak denge insanın var olma sebebidir. Enerji yok edilemez bir güçtür. Yok, etmeye çalıştığınızda yalnızca şekil değiştirir. Elektrik enerjisini durdurmaya çalışırsanız ısı enerjisine dönüşür. Daha da zorlarsanız ışık enerjisine dönüşür. İçimizde yaşadığımız, kimse tarafından görünmediğini düşündüğümüz tüm duygular bizlerde bir enerji yoğunluğu yaratır. Radyo dalgaları gibi titreşerek dışımıza yansır. Titreşim yasasına uygun olarak evrene yayılırken, evrendeki diğer titreşimler de bize ulaşır. İçinizdeki enerjiyi değiştirdiğinizde titreşimler de değişir. Anlatılan tüm yasalar birbirlerini direk etkilerken, ilahi idare tarafından hizmetimize sunulmuş değerli güçlerdir.

Bu yasaların ve diğerlerinin ortak özellikleri vardır. Yerçekimi yasası. Hiçbir insanı birbirinden ayırt etmeksizin, iyi mi kötü mü, doğru mu yanlış mı, siyah mı beyaz mı diye sorgulamadan kendini gerçekleştirir. Hepsini yerküreye çeker. Kaldırma kuvveti üzerinde kimin olduğunu düşünmeden görevini yerine getirir.  Evren belirli kurallar içerisinde, düzenli bir şekilde kendisine verilen görevi yapar. Bu görevi yaparken tereddüt etmez. İşi neyse onu yapar. Dünya güneşin çevresinde döner, ay dünyanın çevresinde döner ve yalnızca işini yapar. Yasalar uygulamalarında asla tereddüt etmezler. İnsan da bu yasaların çerçevesinde yaşamını sürdürür, mevsimlere, gece ve gündüze, sıcak ve soğuğa karşın bir mücadele verir, fiziksel ihtiyaçlarını buna göre ayarlar. Yalnızca fiziksel ihtiyaçları değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal durumları da bu kurallar etkiler. İnsanlar, yüz yıllarca ruhsal durumlarını yıldızların pozisyonlarına göre gözlemlemiş ve tanımlamıştır. Evren belli kuralları uygulamış, insan ise bu kuralların sınırlarıyla kendisini geliştirmiştir.

Spor şu şekilde tanımlanmaktadır: “Önceden belirlenmiş kurallara göre, belirli bir sahada, kişisel veya takım halinde yapılan rekabet amaçlı yarışma ve kişisel eğlence veya mükemmelliğe ulaşmak için yapılan fiziksel aktivitelerdir. Spordaki en önemli etmenler, kişilerin fiziksel kapasiteleri, yetenekleri ve galibiyete olan inançlarıdır.”

Hayat bu tanıma çok uygundur. Evren size kurallar koyar, siz bu kurallara uyarak kendi kapasitenizi arttırma, yani tekâmül mücadelesi verirsiniz. Kuralları uygulayarak yarıştığınız saha dünyadır. Bunu ister bireysel, ister takım halinde yaparsınız. Ödül size verilen bilgeliktir. Bu kuralları ve sahayı bize sağlayan da yaratandır. Bu yüzden ilahi idare tanımı yapma ihtiyacı duydum. Bu üç gerçekten birisi bile olmasa hayat denen şeyden bahsedemeyiz. Elbette kurallara uymaz isek oyunu da kaybetmiş olacağız. Kuralları iyi öğrenmek ve ona göre tekâmül etmek zorundayız. Tanrı burada düzeni koyan, evren kuralları uygulayan ve insan bu kurallar çerçevesinde tekâmül eden varlıktır. Bu gerçekten çok mantıklıdır. Hayatımızın büyük bir bölümünde İlahi İdareyi taklit ederek yaşarız. Uymak zorunda olduğumuz toplumsal kuralların hepsi İlahi İdare’nin birer yansımasıdır. Bu yansımada kuralları koyanlar vardır, bu kurallara uyarak üreten insanlar vardır. Okulda derslerimize çalışmak ve kurallara uymak, iş hayatında daha çok çalışan olmak, dinde ibadet etmek birbirlerinden farklı şeyler değildir. Hepsinde kurallar vardır, kuralları koyan vardır ve kurallara uyan vardır. İlahi idare her zaman vardır. Bu üçlüden birisi olmazsa, tekâmüller ve sonuçları asla olmayacaktır. Evrenin masasında herkes eşittir. Herkese eşit haklar sağlanmıştır. İnsanın aldığı nefes örnek verildiğinde, nefes almak için ona verilen havayı hak edip etmediğine bakılmaz. Herkes ve her şey o havayı soluyabilme konusunda eşittir. O sofrada oturan herkes sofranın ona sunduğu nimetleri alabilir. Tüm evrensel kurallar bu şekilde insanın hizmetine sunulmuştur ve her zaman hizmetini sürdürmektedir. Nedense insan bu adil paylaşımın içerisinde sürekli şikayet eder. Şikâyetlerinin sebebi de kendisinden kaynaklanmaktadır. İlahi idare bir direksiyon gibidir. Nereye çevirseniz oraya dönecektir. Bu direksiyon elinizdeyse, nereye döneceğinizin kararını vermeden önce yanılgılarınıza göz gezdirmeniz gerekir. Reiki ile tedavi görmek isteyen hiçbir insanı bu yüzden geri çeviremezsiniz. Onun dini, ırkı, rengi yada milliyetinin bir önemi yoktur. Reiki ile göreviniz ilahi idarenin size verdiği kanallık görevini yapmanızdır. Zaten Reiki bu aşamada İlahi İdare içerisinde var olan bir enerjidir. Şifa enerjisini verirken yargılayamayız.

 

4.Yanılgı

Tekâmül sürecinde kişinin tüm enerjisini emen, gerçeklerin önüne bir perde çeken kavram karmaşaları var. Kavramlar öğretilerle zihnimize öylesine işlenmiştir ki, birbirlerine girmişlerdir. Birbirine girmiş kavramların karmaşasından kendimizi arındırmak için onların farklılığını anlamamız gerekir. Benim farkına vardığım karmaşalardan birisi amaç ile aracın birbirine karışmış olmasıdır. Bu iki kavram, ilk bakıldığında birbirlerine çok benziyor gibi gözükseler de aslında çok farklı kavramlardır. Araç, bir sonuca ulaşmak için kullandığımız yoldur. Amaç, ulaşılmak istenilen sonuçtur. İki kavram birbirine karıştırıldığında, aracı amaç olarak yaşamak asla sonuna ulaşılamayacak bir yoldur. Kavram karmaşasının yarattığı yanılgı zamanı boşa harcamaktadır. Hayatınızı para kazanmaya adarsanız hata yapmaya başlarsınız. Oysa amacınız çok para kazanmak değildir. Para bir kâğıt parçası olmaktan çıkıp inanç olduğunda sorun başlamış, ihtiyaç kaynağı hedeften sapmıştır. Daha çok para kazanma ihtiyacının altında yatan güçlü olma duygusudur.

 

Hayatınızı neye adadığınız aslında gerçekte göründüğü gibi değilse “samimi” değildir. Gerçekten güçlü olmanın anlamını çok zengin olmaya bağlamak acı çekmeden ve en kısa sürede güçlü olmayı istemek “tahammül” edememektir. Evrenden ve Tanrıdan aldığımız gücü hükmetmeye kullanmak ise ne samimiyete, ne tahammüle, ne de ilahi idareye uymamaktadır. Güçlü olmak amacında olan insanın, aslında kendisini çok zayıf hissettiği duygusu içerisinde bulunmasına ne demeli. İnsan neye ihtiyaç duyuyorsa ona sahip olmak ister. Amacını gerçekten belirleyemeyen bir insanın zihni, onun bu güne kadar çektiği çilelerin sebebinin, onun güçsüzlüğü olduğunu yüzüne vurdukça, insan daha güçlü olmanın yollarını aramaya başlar. Artık zihnine ve onun sorgulamalarına esir olan insan, edindiği tüm zihinsel tecrübelerini gözden geçirmek ve hemen bir tedbir almak ihtiyacı duyacaktır. Zihin ona bunu kısa sürede yapmasını emredecektir. Kişi paniğe kapılır ve hemen güçlü olmanın, dünya üzerindeki çarelerini aramaya başlar. Para güç ise ona para lazımdır. Onu en kısa yoldan nasıl kazanır? Kumar oynayarak, hırsızlık yaparak, hile yaparak. Zihin kararını vermiş, aracı amaç yapmıştır. Güçlü olmak ile bir hiç olma arasında karar verme mantığıyla kişiyi, kendisine itaat etmeye zorlar. Oysa çocukluğumuzda kaybettiğimiz iç sesimiz kısık bir sesle yapmamamızı söyler. Yapmaya çalıştığımız şeyin aracı amaç edinmek olduğunu söyler. Güçlü olmak uğruna bu olay öylesine gelişir ki, insan diğer insanların yaşamlarına bile son vermenin mantıklı açıklamasını bu konu üzerinden yapabilir. Amaçlar ve araçlar arasındaki bu ikilemi açıklayabileceğimiz diğer bir örnek sekstir. Seks aslında insan soyunun devamı için var olan bir araçtır. Ancak kişiler bunu bir amaç olarak algıladıklarında iş değişmektedir. Ne kadar erkek ya da dişi olduğunu ispat etmek cinselliğin bir amacı değildir. Ne kadar cinsel ilişkiye giriyorsanız o kadar güçlü olmanız anlamına geldiğinde, amaç ve araç birbirine karışmış demektir. Bu duyguyla iş yerinde daha güçlü olmaya çalışmak için her şeyi yapmayı uygun görmekten tutun, okulda kopya çekmeye kadar her konuda bu amaç araç kargaşasını yaşarız. Tekâmül süreci içerisinde, ne kadar tekâmül etmiş olmanız size bir üstünlük getiriyorsa, o zaman tekâmül etmemiş olduğunuzu görmüş olursunuz. Tekâmülün anlam ve amacı daha güçlü olmak değil, zaten yaradılıştan bize verilmiş olan güçleri kontrol altında tutabilmektir. İnsan inanılmaz bir donanım ve güç ile yaratılmış, var olmuştur.  Tekâmül bu varoluşun unutulup tekrar hatırlanmasıdır. Her insan yaradılışında aynı güç ve bu gücü kullanma yeteneğiyle doğmuştur. Yetenek ve gücünüzü keşfetmiş olmanız sizi diğerlerinden daha üstün yapmaz. Diğerleri güçlerini kullanmayı bilmiyorlarsa bu size bir sorumluluk yüklemektedir. Samimi olarak ve tahammül ile onlara ne kadar güçlü olduklarını, ilahi idareye güven duymalarını anlatmanız gerekmektedir. Yanılgı burada tekâmülün önüne geçer. Arınmanın en önemli etkenlerinden birisi de kendi gerçeklerimizi öğrenmeye başlamaktı. Paranın, seksin ve birçok şeyin tekâmül süresince yalnızca bir araç olduğunu, güçlü olmanın insanlardan daha yüksek bir yerde durmak olmadığını, tam tersine onlarla bütünleşmek olduğunu, anlamak ve anlatmak işin güç isteyen kısmıdır. Hayat, ilişkiler, aşk, sevgi, para, bilgi ve dünyada bizi biz yaptığını zannettiğimiz birçok şeyin, dünyadaki tüm oluşumların bir araç olduğunu anlamak ve anlatmak gerçekten güçlü olmayı gerektirir. Güçlü olmak bu araçları amaçlar uğruna kullanmayı becerebilmektir. Biraz daha konuyu açmak için aşk ile sevgi arasındaki farka değinmek isterim. Tekâmülün en önemli araçlarından birisi tahammüldür ve zaman alan bir kavramdır. İnsan bir olayı yaşar, olay hakkında bilgi edinir ve sonuçta bir karara varırı. Aşık olduğunuzda bu kararları baştan verirsiniz. Herhangi bir tahammül dönemi geçirmeden yaşanacak tüm tecrübeleri baştan kabul eder, onu yok sayar ve gözünüzü kapatıp olaya dalarsınız. Hatta kendinizi tüm dünyayı değiştirebilecek güçte hisseder, her şeyi aşkınız için karşınıza almaya hazır zannedersiniz. Oysa sevgide tahammül vardır. Olay başlar, siz gerçekten sevdiğiniz kişiyle birlikte tekâmüllerinizi yaşarsınız ve sonuçta aranızdaki duygunun sevgi olduğuna karar veririsiniz. Aşk bir anda sizi kısa yoldan her şey yapar. Ancak sevgi bir süreçtir. O süreç sonucunda bir şey olursunuz. Aşk üremek ve insanın devamlılığını sağlamak için mükemmel bir evren yasasıdır. Ancak sevginin içerisinde, evreni kontrol edebilecek duygular vardır. Aşk sizi, sevgi evreni kontrol eder. Aşk bedensel, sevgi ruhsal bir durumdur. Çünkü her sevdiğimize karşı cinsel duygular yaşamıyor olmamız, bunu en iyi ispatıdır. Ruhsal âlemde cinselliğin bir önemi yoktur. Ancak siz amaç ile aracı birbirine karıştırmış durumdaysanız, cinselliği amaç edinmişsiniz demektir. Bu durumda kiminle cinsel ilişkiye girdiğinizin bir önemi kalmayacaktır. Âşık olduğunuz kişiye onu sevdiğinizi söylediğinizde, yalan söylemiş olacaksınız.

 

İnsanlarda meydana gelen psikolojik bozuklukların birçoğunun altında yatan dengesizliklerin, anlattığım şeylerden kaynaklandığını kendinizden örnekleyebilirsiniz. Çağımızın psikolojik rahatsızlığı depresyon. Depresyon, aile ve arkadaşlarla kişisel çatışmalar veya anlaşmazlıklar sonucu ortaya çıkabilir. Sevilen birinin ölüm veya kaybından duyulan üzüntü veya acı, doğal olsa da, depresyon riskini arttırır. Hatta iyi olarak nitelendirdiğimiz hayatımızdaki tüm değişiklikler depresyon sebebi olabilir. Yeni bir olay başladığında ve siz onu kabullenmek istemediğinizde, ya da onu görmezlikten gelmeye çalıştığınızda dengeler bozulur. Dengelerin bozulması ruhsal ya da fiziksel rahatsızlıkları peşinden getirir. Oysa olayları bilgelikle karşılayıp, onlara tahammül ederek tekâmülümüzü geliştirdiğimizi hatırlamak, başımıza gelen şeye karşı direnmemek ve bunun tekamülümüz için gerekli olduğuna inanmak, tüm dengeleri korur. Sizin dengeniz bozulmadığında ilahi idarenin dengesi de bozulmayacak ve kaderimiz buna göre şekillenecektir. Amacımız tekâmül etmekse, aracımız yaşamak olacaktır. Ancak amacımız yaşamak olduğunda amaç-araç karmaşası bizim dengelerimizi bozacaktır. Hayat başlangıcı ve bitişi olan bir tekâmüller sürecidir ve sonunda mutlaka öleceğiz. Hayatı amaç edindiğimizde, zaten baştan kaybedeceğimiz bir oyuna girmiş olacağız. Bu oyunu kaybedeceğimizi bilen ruhumuz ise buna karşı çıkacak ve dengeler bozulacaktır. Sonunu bilerek bu oyuna girmemiz ise kendimize karşı hiç de samimi olmadığımızı gösterecektir.

 

Başımıza gelen her olayın bize anlattığı şeyler vardır. Yaşadığımız olayı değerlendirir ve bir karara varırız. Vardığımız bu karar bizim içsel gelişimimizde ruhsal olgunluğu meydana getirir. Karara varış şeklimizin değerlendirmesini doğru yapmazsak, başımıza gelen olayın sonucunu değil, nedenini önemseme hatasına düşeriz. Neden-sonuç sorgulaması zihinseldir ve bizi gitmemiz gereken yoldan saptırır. Çektiğimiz sıkıntıların sebeplerini sorgular ve kendimize ne kadar haksızlık yapıldığını düşünürüz. Deneyim şansımızı boşa harcarız. Olay olup biter ve biz değerlendirecek hiçbir şey bulamayız. Kendimize haksızlık yapıldığını düşünmemiz ile sorumluluklarımızı da başkasına yükleyerek, suçu üzerimizden atarız. Şikayetçi ve kötü huylu olana kulak vermişiz demektir. İnsanlık yüzlerce yıldır bu konulardaki davranış alışkanlığını devam etmiştir. Devam eden alışkanlık iç dengesi bozulan insanın dış dengelerini de bozmuştur. Hastalıklar çeşitlenmiş ve artış göstermiştir. Hastalığın nedeni, şuurlu kararlarımızın dışa yansımasıdır. Baş gösteren hastalık aslında hayatımızda değişiklikler yapmamız konusunda bize mesajlar vermektedir. Oluşan içsel dengesizlikler zamanla dışa yansımakta ve bizi hasta etmektedir. Dengeler düzeltilmez ve önlem alınmaz ise hastalık kronikleşmekte, tedavi imkânsız hale gelmektedir. Yanılgılarımız ruhsal dengelerimizi bozmakla kalmaz, kendimize, hayata güvenimizi de yok eder. Durum yıllarca içten yaşandıkça hastalığın oluşması için zemin hazırlanır. 

Masallar ve hikâyelerle büyürüz. Onları dinlerken gerçekten yaşarcasına hayallere sürükleniriz. Asla onları eleştirmez, bize verdiği mesajların ayrıntılarını da incelemeyiz. Daha çocukluk yıllarında araç-amaç kargaşası tarafımıza savunmasız ve bilgisiz olduğumuz bir dönemde inceden işlenir. Arınma konusunda alınmış mesajlar ile büyümüş olmanın sıkıntılarını yaşadığımızı belirtmiştim. Amaç-araç kargaşası öyle bir öğretidir ki arınırken çok zorlanabiliriz. Aşkı sevgi, parayı güç zannederiz. Kargaşaları deneyimleriz. Denediğimizde ise hatalar yaparız. Bu hataların nedenlerini düşündüğümüzde çektiğimiz acılara bir anlam veremeyiz. Öğrendiklerimizle hissettiklerimiz birbirleriyle çatışmaya girer. Bu çatışma sonucu tekrar denemekten vazgeçeriz. Çünkü bildiğimiz kadar yaşarız. Önyargısız değilizdir. Önyargılar ise bize bu karmaşalarla verilmiştir. Karar verme konusunda en çok zorlandığımız zamanlarda, karmaşalar bize hep yanlış yolu gösterirler. Doğru yolu bulmanın en önemli pusulası onurdur. Onur insana yaratılıştan verilmiş bir duygudur. İnsanlık onuruna uygun olanı yaptığında, kişi karmaşalardan kurtulur. Öğrencilerim benden ikinci kademe Reiki istediklerinde araç-amaç karmaşasını aşmışlar mı ona bakarım. Kendilerini şifacı diye tanıtan ve aslında bir kanal olduğunu unutan öğrencilerim benden asla ikinci derece alamazlar. Amaç evrensel bir hizmettir ve bu hizmet için ben görev almaya hazırım diyenler için düşüncelerim aynı değildir. Şifanın sebebi reiki yapan kişi değildir. Reiki’ye ihtiyaç duyan kişi onu kendisine çeker. Şifacı bu çekim sonucu kanal olmak üzere görev yapan kişidir.

6.Onur

İnsanlar gerçekten kendilerini değerli ve önemli hissediyorlarsa tekâmüllerinin anlamına varmaya başlamışlardır. Onur insana yaratılıştan verilmiştir ki zaten fenomen olarak doğmuş olmamız, bir eşimizin daha olmaması bunu izah etmeye yeterlidir. Araştırmalarım sonucunda insanın yaradılışıyla ilgili bilgilere ancak dini kaynaklardan ulaşabildim. Aralarından bana en ilginç gelen hikâyeyi paylaşmak istiyorum.

Tanrı ilk insan olan Âdemi yaratmak istediği zaman, yere:

"Ben senden bir halk yaratacağım ki, onlardan bana itaat edenler de olacaktır, onlardan bana isyan edenler de olacaktır.

Onlardan, bana itaat eden kimseyi Cennete koyacağım.

Bana isyan eden kimseyi ise Cehenneme sokacağım!" dedi

Sonra da, Cebrail, yerden bir avuç toprak, çamur getirmesi için dünyaya gönderdi.
Yer, Cebrail’e;

"Ben senin benden bir şey eksiltmenden, beni yaramaz hale getirmenden Tanrıya sığınırım!
Ben senin beni eksiltmeni istemiyorum!

Çünkü Tanrı benden bir halk yaratacak, bu halk da Ona asi olacak.
Tanrı onlardan dolayı beni bir ceza ile cezalandırır!" dedi.
Bunun üzerine, Cebrail ondan bir şey almaksızın geri döndü.
"Tanrım, Yer Sana sığınınca, onu sığındırdım.

Onun üzerinde durmayı, kendisini zorlamayı uygun görmedim" dedi.
Tanrı, bundan sonra, Mikail meleğini gönderdi.
Yer ona da Cebrail’e söylediği gibi söyledi.
Onun yapacağı şeyden dolayı da Tanrıya sığındı.
Mikail de onu sığındırdı.

Yer, böyle kendisinden bir şey alınmasından Tanrıya sığınınca, Mikail ondan bir şey almaksızın dönüp, Tanrıya Cebrail in söylediği gibi söyledi.

Bunun üzerine. Tanrı yere ölüm meleğini gönderdi.

Yer yine kendisinden alacağı şeyden dolayı Tanrıya sığınınca, ölüm meleği:

"Ben de, Tanrının emrini yerine getirmemiş olarak dönmemden Ona sığınırım!" dedi.

Yeryüzünden alacağını aldı ve tek yerden almadı.

Kırmızı, beyaz ve siyah topraktan aldı ve karıştırdı.

Böylece, yeryüzünden alınan topraktan yaratılmış olduğu için, ilk insana Âdem  "Âdem" ismi verilmiştir.
Yüce Allah Âdemi yaratmaya başladığı zaman, melekler:
"Büyük Tanrımız varsın istediğini yaratsın.

O bizden daha bilgili ve Kendisi katında bizden daha şerefli bir halk yaratmaz!

Biz muhakkak o yaratılacak olandan daha bilgili ve ondan daha şerefliyizdir!" diyerek, aralarında gizlice konuştular

Tanrı Âdemin bedenini Cennette yaratarak onu dilediği kadar kendi halinde bıraktığı sırada, Şeytan onun çevresinde dolaşmaya başlayıp içinin boş
ve kendisine malik olamayacak bir biçimde yaratılmış olduğunu gördü ve anladı da:

"Ben bunu kolayca yenebilir, ona üstün gelebilirim!" dedi.

Melekler Âdemin Cennette yerde duran ruhsuz cesedini gördükleri zaman korktular.
Onların arasında en çok korkan da, Şeytan idi.
Şeytan, cesedin yanından geçtikçe:

"Sen muhakkak büyük bir iş için yaratılmışsındır!" derdi.
Ayağıyla ona vurur ve vurdukça da ceset testi gibi ses çıkarırdı.

"Herhalde sen böyle testi gibi seslenmek için değilsin! Muhakkak, yaratıldığın şey içinsin! Eğer ben senin üzerine musallat kılınacak, sataştırılacak olursam
muhakkak seni helak edeceğim!

Eğer sen benim üzerime musallat kılınacak olursan, sana isyan edeceğim!" derdi.
Şeytan, meleklere de:

"Bu size üstün tutulacak olursa, siz ne yaparsınız?" diye sordu.
Melekler:

"Biz Tanrıya itaat ederiz!" dediler.
Şeytan ise, içinden:

"Vallahi, bu bana üstün tutulacak olursa, ona isyan edeceğim!" dedi.

Tanrı Âdeme ruh üfürdüğü zaman, ruh onun cesedinin baş tarafından girdi ve cesedin her yerinde eseri ve kan meydana geldi.
Âdem aksırınca, melekler Âdeme:
"Şükürler olsun de!" dediler.
Âdemde :
"Şükürler olsun" dedi.

Tanrı:

"Ey Âdem! Ben kimim?" diye sordu.
Âdem:

"Sen, beni yaratan Tanrısın" dedi.
Tanrı:

"Doğruyu söyledin!" dedi.

Tanrı, Âdeme secde etmelerini meleklere emretti.
Meleklerin hepsi hemen secdeye kapandılar.
Şeytan ise, secde etmeye yanaşmadı.

Kendisinin nefsi ona kibir ve gurur telkin etti de, büyüklenmek istedi

'Ben ona secde etmem! Ben ondan daha hayırlıyım!

Yaşça ondan daha büyüğüm.

Yaratılışça da ondan daha güçlüyüm!

Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattı!" dedi.

'Ateş topraktan daha güçlüdür! Demek istedi.

'Ben yeryüzünde halifelik vazifesinde çalıştırılmıştım.

Ben kanatlıyım! Nur göğüslüklü ve keramet taçlıyımdır!

Ben Senin yerinde ve göğünde Sana ibadet etmişimdir" dedi.

Şeytan bu ana kadar Tanrının en büyük ve en güçlü meleğiydi ve diğer meleklerden üstün durumdaydı.

Kendisinin Âdemin yaratılışına kadar bu kadar önemli olması, içinde taşıdığı kibir, gurur, azgınlık ve kıskançlık duygularını
silemedi.

Tanrının emrini dinlemedi. Âdeme secde etmedi. Tanrı da, onu, isyanının cezası olarak, şeytan yaptı!

İşte bu şekilde iyi ile kötünün savaşı başlamıştır.

 

Bu hikâye birçok mesaj vermektedir. Bunlardan birisi de yaradılış sebebinin insanlara verdiği öz saygıdır. İnsan Tanrı'nın bir eseridir. Bu eser yaratıcının mükemmelliğini göstererek insanlığı şereflendirmiştir. Taşıdığı değeri arttırmıştır. İnsan dünya üzerinde yaratıcısını sembolize eder. Onur her insana yaradılıştan verilmiş bir olgudur. Ancak bu hikâyeye göre gerçekten bu itibarı hak edip etmediğimiz konusunda da sınav olmaktayız. Sınav soruları ve sonucu yaşadığımız olaylar ve ne kadar tekâmül ettiğimizdir. Tekâmül olayı aslında Tanrının ruhundan bize üflemesi sonucu mükemmel bir duruma bürünmüş olduğumuzu unutarak, tekrardan bunu hatırlama dönemidir.

Bizlere verilen akıl, zekâ, alan, fiziksel ve ruhsal güçleri reddeder ve onların varlığını yok sayarsak o zaman bize verilmiş sevgiyi de reddetmiş oluruz. Tekâmülün işi bize onurumuzu anımsatmak ve onu doyasıya yaşamamızı sağlamaktır. Kitabın başında da söylediğim gibi aslında çok basit gözüken ve bir o kadar karmaşık, çok karmaşık gözüken ve bir o kadar basit bir sistem kurulmuş. Bu sistem bizim tekâmülümüz emrine verilmiş. Çoğumuz bunu değişik şekillerde reddetmiş ya da kabullenememiş durumdayız. Çoğumuz sabah güneşin doğuşunu seyredecek zaman bulamayız. Güneşin doğmadan önce gökyüzünde oynadığı renk oyunlarını kaçırırız. Gün doğuşunu seyretmek insana yaşama sevinci verip, tekrar düşünmesi için mesajlar gönderirken bizler uyumak zorundayız. Çünkü hizmet etmekte olduğumuz daha güçlü olma düşüncesi yüzünden yorgun düşmüşüzdür. Bize her gün verilen bu hediyeyi reddederiz. Çok meşgulüz. Bir sürü işimiz var. Kendimize verilmiş hediyeleri alabilecek vaktimiz bile yok.

Tekâmül eden kişiler onurlu olmak ile onurlandırılmak arasındaki farkı zaten bilirler. Onurlandırılmak birileri tarafından yapılır. Onurlandırılmak yapılan hataları ya da işlenen suçları da içerebilir. İnsan neyle onurlandırılırsa ona yönelmeye eğilimlidir. Bir hırsız çocuğunu ne kadar çok çaldığı konusunda da onurlandırabilir. Ancak onur kişiye yaratılıştan verilmiştir ve bunun farkında olmak muhteşem bir duygudur. Buradaki hassas nokta insana verilmiş mükemmel özelliklerinin ne için kullanılmakta olduğudur. Bu özellikler kendisine mi fayda sağlamaktadır yoksa tüm evrene mi? Bu soru birçok gerçeği açıklayacak cevaplar saklar. Reiki ile bize yaratılıştan verilmiş onuru anımsarız. Evrene hizmet etme duygusu ile varlığımızı onurlandırırız. Bu güzel enerjinin içimizden akıp ellerimizden boşalması anında ne kadar şanslı olduğumuzu anlarız. Evren, enerjiler ve aklınıza gelecek her şey bizim için yaratılmış. Ne kadar şanslıyız ve bunun ne kadar farkındayız.

8.Durulma

Gerçek aydınlanma başladığında beraberinde sakinleşme dönemi başlar. Bu dönemde teslimiyet dönemi de diyebiliriz. Bunu şu hikâye ile daha iyi anlatmak mümkündür.

Tekâmül yoluna yeni girmekte olan bir kişi bu konuda gerçekten yol almış bir üstattan rehberlik etmesi için eğitimi altına girmeyi diler. Üstat bunu kabul edebilmesi için karşısında duran ve eğitim gören dört gencin ensesine tokat atmasını ve sonra yanına gelmesini ister. O kişi bunu kabul eder ve birinci öğrencinin ensesine tokat atar. Birinci öğrenci de kalkıp ona tokat atar. İkinci öğrencinin ensesine tokat attığında öğrenci ayağa kalkar ve elini kaldırıp bir süre düşünür. Sonra tokadın cevabını vermeden yerine oturur. Üçüncü öğrenci tokadı ensesine yediğinde kafasın çevirir ve kimin tokat attığına bakar, ardından işine döner. Dördüncü öğrenci yediği tokadın farkında bile değildir. İşine öylesine dalmıştır ki kafasını bile çevirmez. Kişi üstadın yanına gelir ve yaşadıklarını anlatır. Üstat ona durumu açıklar. İlk öğrenci çiğdi ve kendisine yapılanı karşılık olarak verdi. İkinci öğrenci pişme yolundaydı ve neden tokat attığını içinde sorguladı. Üçüncü öğrenci yaptığı işin neden bölündüğüne baktı ve önemli olana yani işine döndü. Dördüncü öğrenci ise başına ne gelirse gelsin bunun bir sebebi olacağını çoktan çözmüştü ve işini bölmedi. İşte sen önce çiğ olarak eğitime başlayacaksın ki ardından sorgulama başlayacak. Sonra hayat senin için olayları takip etmekten ibaret olacak. Sonunda ise kendine teslim olacak, tüm gerçekliğin kendinde olduğunu anlayacaksın.

Hikâyeye bakıldığında tokat yiyen insanların tekâmülleri sonucu giderek sakinleştiklerini ve bunun aydınlanmayla olduğunu, sabrın ve tahammülün de aydınlanma ile arttığını görebilirsiniz. Bu dört öğrenci simgesi aslında aydınlanmanın da dört adımını ifade etmiştir. Bu adımların sonunda teslimiyet vardır. Teslimiyet bu anlamda kişinin ilahi idareye güven duyması, olanların ve olacakların birer tekâmül den ibaret olduğunu anlayarak aydınlanmaya doğru yürümesinin bir simgesidir. Kabullenmek ve aydınlanmak açısından bakıldığında, içsel hareketlilik artmakta ancak dışsal hareketlilik azalmaktadır. Yani dışsal bir durağanlaşma yaşanmaktadır. Bu durağanlaşma ile paralel olarak da huzur ve sükûnet de başlamaktadır. Bu dört öğrencinin yerine kendinizi koyduğunuzda vereceğiniz tepki sizin hangi aydınlanma konumunda olduğunuz konusunda da ipucu verecektir. Sizden yaşça büyük olanlar ile küçük olanları gözlemlediğinizde bile bu durağanlık durumunu anlayabilirsiniz. Bir olay karşısında verdikleri tepkileri incelemek yeterlidir. Yaşça büyük olanlar bilirler ki olan olmuştur. Olanı engelleme şansları yoktur ve yavaş hareketlerle olayı inceler ve çok kısa zamanda önemli kararlar verirler. Bunu yaparlarken çok sakin ve yavaş hareket ederler. Yaşça küçük olanlar koşuşturur, konu hakkında yorumlar yapar, şikâyetler eder, yüksek seslerle konuşurlar. Ancak bu hareketlerin sonucunda bir karara varamaz ve olaya hâkim olamazlar. Oysa aydınlanmış kimseler olayı daha olmadan okumaya başlar ve olacakların baştan farkındadırlar. Bu sebepten dolayı fazla hareketlilik göstermezler. Oysa diğerleri bu olayı bir sürpriz olarak bakar ve ne kadar hareketli olsalar da olay karşısında etkisiz kalırlar. İşte bu yüzden tekâmül ve aydınlanma sonucunda durulma olur. Su bile ilk çıktığı kaynakta gerçekten müthiş bir enerji ve hareketlilik gösterse de aktıkça durulur ve sakinleşir. Oysa su aynı enerji ve hareketliliğini devam ettirseydi balıkların yaşamasına olanak veremezdi. Önüne ne gelirse alır götürürdü. İnsanlar da durulmaları sonucunda çevrelerinde yaşayan insanların hareketliliğine saygı gösteren ve onların da yaşamalarına imkân veren bilgeliği kazanmışlar demektir. Gerçek bilgelik her şey ile bir olmak demektir. Bilgeliğin düşünce sistemi der ki ; “her şey bir şeyden doğduysa, her şey bir şeyin yansımasıdır.” Teslimiyet burada anlam kazanır. Bütüne hizmet etmek kendisinin bir şey olmasını değiştirmez. Aydın kişi kendisini herkese, her şeye hizmet etmek noktasında görür ve buna teslim olur. Teslim olduğu anda da artık durmuştur. Durağan olmuştur. O artık güneş gibi davranır, çevresinde dönen gezegenler gibi davranmaz ve aydınlatmaya, hayat vermeye başlar. Oysa güneş olmasa tüm gezegenler yok olacaktır ama gezegenler olmasa da güneş olduğu gibi kalacaktır.

9.Güç

Bilgi ve aydınlanma, farkındalığı arttıracağından kişide kendisinin farkındalığı durumunda olmayanlara karşı bir güçlülük hissi uyandıracaktır. Aydınlanmakta olan kişi hayatı okumaya ve olacakları daha olmadan değerlendirmeye başladığında, bunu bir üstünlük gibi algılayabilecektir. İşte bu algılama aydınlanmayı sona erdirebilecek kadar yanlıştır. Aydınlanma yolunda olan kişi bir olayın gelişimini gördüğünde olası sonuçlarını tahmin edebilme becerisini kazanmış olduğundan kişileri uyarmaya, yada olayın yönünü değiştirmeye kalkıştığında üstünlük hissiyle bunu yapacaktır. Bu hareketin önce bahsettiğimiz “her insan kendi tekâmül ünü yaşamakla sorumludur.” Evren yasasının karşısına çıkıp onu reddetmek olduğunu bilemez.Siz ne kadar çok şey biliyor olsanız da aslında bilinmesi gereken gerçekten sapmışsınız demektir. Üstünlük hissiyatı içinde yapılan hareketlerin anlamı şudur ; “ben her şeyi biliyorum. Sizi ve hayatınızı yönetmeye muktedirim.” .Aydınlanmış kişi çevresinde olan bitene baktığında, herkesin kendince tekâmül  ettiğini kabul etmiştir. Tekâmül  süreçleri kendisine ne kadar basit gelse de kendisinin de bu basit saydığı yollardan geçtiğinin sorumluluğunu üzerine alıp büyüklenmez. Kişilerin tekâmül  seviyelerini derecelendirmeden, onlara tahammül etmesi ve saygı göstermesi gerektiğini bilir. Olayın boyutu ve şiddeti ne olursa olsun,  ders alınacak bir olgudur ve herkes kendi dersini onu okuyabildiği kadar alacaktır. Elbette olanlardan siz farklı dersler alacaksınız. Daha önce yaşadıklarınızdan da siz yeteri kadar ders almazken, sizden daha iyi okuyucular başka dersler almaktaydı. Aydınlanmayı bir güçlenme olarak değerlendirmek iç dünyamızda güçlü olma arzusunu beslemek ise,  aydınlanma bu arzunun gölgesi olmaktan ileriye gidemeyecektir. Tanrının en büyük özelliklerinden birisi de ne kadar güçlü olduğu konusunda herhangi bir kompleksinin olmamasıdır. Bizler de bu kompleksi aşabilmiş isek o zaman aydınlanmaktan bahsetmeye başlarız. Güç sabredebilmek, tahammül edebilmek ve bekleyebilmektir. Güç inanmak, ama gerçekten inanmaktır. Durumdan fırsat yaratmak ve bunu kişisel zevk ve hevesleri için kullanmak, aydınlanmamış bir ruhun zihnine esir düşmüş bulunduğunun göstergesidir. Güç, olan olaylara karışmadan onları gözlemlemek ve kendimizce çıktılarımızı almaktır. Büyük tekâmül ünüz boyunca size verilen görev ve yetenekler artarken olaylara müdahale etmeden bekleyebilme sabrını gösteren sizdeki güçtür.

Güç kendi kendimizi yenebildiğimiz her andır. Aydınlanmış bir insan diğerlerine yukarıdan bakmaz, onlara hizmetkâr olmaya devam eder. Bilgi paylaşılmadığı ve dağıtılmadığı sürece bir anlam kazanmayacaktır. İşte bu bilgileri henüz almaya hazır olmayan kişilere zorla vermeye çalışmak inanın imkânsız bir şeydir. Onların ruhsal iletişim kanalları sizin bildiklerinize kapalıdır. Bu kanalları açmadıkça yani öğrenmeyi seçmedikçe onlara asla bilgi aktaramayacağımızı bilmeliyiz. Ruh ve enerji kanalları bilgiye açıldığı zamana kadar sabredebilmek gerçekten güçtür. Güç onların sizden bir şeyler almak istemesini beklemek ve bu ana kadar onları saygıyla kabullenmektir. Rehber kişiler sizin kanallarınızın açık olup olmadığını söylemenize gerek olmadan bilirler. Bu bilinç içerisinde sizin onlardan bilgi alma ihtiyacınızın farkında olmanızı beklerler. Hayatınızın gidişine, olayların seyrine ne karışır ne de müdahale ederler. Bu müdahale ilahi idarenin çalışma prensiplerine müdahaledir. Kişi tekâmül ünü tamamlama yolunu da seçebilir, tersini de. Kişinin özgür kararıdır. Bu karar Tanrı tarafından ona verilmiş bir onurdur. Kişi tekâmül ü seçerse rehber kişiler ona ödül olarak verilecektir. Ödülü alıp almamak tamamen kişinin özgür seçimine bırakılmıştır.

Seçim yapma gereği genelde insanın zorlandığı anlarda olur. Kendisini çaresiz ve çıkmazda hissettiği anda kişinin tüm kanalları açılır ve içine düştüğü durumdan kurtulma çabasına girer. Tam tersi de olabilir. Yaşadığı travmadan dolayı ruhsal komaya girebilir ve tamamen tüm kanalları korunma içgüdüyle kapatabilir. Görmez, duymaz, konuşmaz. Yaşamıyormuş gibi yapmayı tercih eder. Sonuçta kendisine verilen onur ile kendi tercihini yapar. Esasında seçimini öğrenme ve tekâmül den yana yaparsa tüm evren ona rehberlik yapmaya başlar. İnsanlar, olaylar, eşyalar, hayvanlar ve bitkiler bu tekâmül ün birden bire rehberleri haline gelerek insana yol göstermeye başlar. Rüzgâr, yağmur, güneş, yıldızlar ve kullandığımız eşyalar öğrenmemiz için bize mesajlar vererek yardım ederler.

Seçimlerini öğrenmeme üzerine yapanların ise başlarına felaketler bile gelse, onlara direnç gösterir ve istedikleri gibi yaşarlar. İşte bu iki yol da insanın gücünü gösterir. İkisi için de mücadele veren insan birisinde öğrenmek için, diğerinde de öğrenmemek için direnç göstereceği müthiş bir güç kullanır. Bu gücü aşmanın herhangi bir yolu ve yöntemi yoktur. Kuvvet arttıkça direnç de artacaktır. Aydınlanmış kişiler bunu çok iyi bildikleri için,  ilahi idarenin işleyişine saygı gösterirler. Çabalamalarında harcayacakları güce karşı dirençle karşılaşacaklarını bilir ve olaylara karışmazlar. İnsanları değiştirmeye kalkışmazlar.  Olanları dışarıdan bir gözlemci olarak izler ve incelerler.

Bilgelik ve aydınlanma asla bir amaç değildir. Tam tersine evrene ve insanlığa faydalı olmak için birer araçtır. Araçları iyi kullanmak da bilgeliğin temel esaslarındandır. Yol boyunca bir çok araç değiştirilebilir. Araca göre yol değiştirmek aydınlanmış bir insanın yöntemi değildir.  

 

10.Sevgi

Ruhsal gelişmemizin en zor taraflarından birisi tahammül etmektir. Sonunu bilmediğiniz bir olayı yaşarken sabretmek, hiç göremediğimiz Tanrıya inanmak gibidir. Vazgeçmek çok kolaydır. İnsan tekâmül sürecinde aydınlandığının farkında olduğu zaman ona büyük bir hisle bağlanır. Olgunlaşma süresince bizi tekâmül e yapıştıran zamk sevgidir. Evrensel yasaların en başında sevgi yasası gelir. Maddeleri, olayları, insanları hatta tüm evreni bir arada tutan güçtür. İlk insanın yaradılış hikayesinde olduğu gibi Tanrı insanı sevgiyle yaratmıştır. Sevgi yaradılışımızın ilk tohumu olduğundan kutsaldır. Bu açıdan sevgi tüm evrenin en küçük zerresine kadar işlemiştir. Siz yaratan tarafından daima sevilmektesinizdir.

 İnsanlar  sevdikleri şeylere tahammül eder, samimi olur onlara karşı sabırlıdırlar. Sevilen kendisine değer verildiğinden seven tarafından onurlandırılır ve yüceltilir. Dünya güneşin çevresinde sevgiyle döner. Tüm evren yasaları sevgiyle var olan bir bütünü sergiler. Paylaşıldığı zaman asla eksilmez, tam tersine çoğalır. Sevgi sevenden ya da sevilenden bir şeyler beklemez yalnızca işini yapar. Bunu da özüyle yapar. Evrensel birleştirici, içine diğer olgular girmedikçe asla yanlış anlaşılamaz. Anlamadaki yanlışlığı yapan, sevgiye kulplar takma ustası olan insanlardır. Zihnimizde yarattığımız korkularımızla nedensiz bir şekilde sevgiyi yanlış yorumlarız. En büyük yanlışı karşılık bekleyerek yaparız. Sanki sevdiğimiz şey de bizi sevmek zorundaymış gibi düşünürüz. Sevgi seven ile sevilen arasında yaşanmaz. O içimizde kendimizin var ettiği bir olgudur. Bunun sevilende de olması gibi bir zorunluluk yoktur. Seven sevdiğinin bir parçası olur ve onunla bütünleşir. Bu bütünleşmede asıl rol oynayan sevendir. Seven içindeki sevgi pınarından fışkıran sevgiyi bir başkasıyla paylaşma arzusundadır. Paylaşmalı, ancak karşılık beklemeden bunu yapmalıdır. Sevgi ve tüm evren yasaları bize hizmet ederken hiçbir karşılık beklemeden işlerini yaparlar. Onlar işlerini severek sürdürürler ve asla karşımıza ödememiz gereken bir hesap çıkartmazlar. Bizim de onları sevmemizi beklemez ve işlerine devam ederler.  Sırf sevilebilmek için bu işlerini sürdürmezler. Bizim yapabildiğimiz gibi “seviyormuş gibi” yapmazlar. Gerçekten severler. Seviyormuş gibi yapmak sevilmeyi arzu eden kişilerin zihinlerindeki yanılgıdan başka bir şey değildir. Kişi tüm evren onu severken, kendisini sevebilme yetisini gösteremiyorsa, bu sevgiyi dışarıda aramaya başlayacaktır. Bu tür bir arayışa giren insan çok acı çeker. Sırf kendisini sevdirmek için onurunu yerle bir eden insanın, kendisinden uzaklaşmasından bahsediyoruz. Bizi amaç-araç karmaşasına sokan zihnin esaretinde bunu yaptığımızı da biliyoruz.

Kendimizde eksik olan sevginin sorumluluklarını şikâyetçi bir şekilde başka nedenlere yükleriz. Sevilmek uğruna seviyormuş gibi yaparken ne kadar samimi olduğumuzu da tartışabiliriz. Bu sevgi ihtiyacı toprağın suya duyduğu ihtiyaç gibidir. Bizi diriltir ve yaşatır. Annenin sevgisi olmasaydı insanlar daha doğar doğmaz yok olmaya başlar ve kutsal idari sistem hemen çökerdi. İnsanların birbirlerine duyduğu sevgi olmasaydı aileler ve toplumlar oluşmayacaktı. İnsanlığın kendisine duyduğu sevgi olmasaydı, terzi terzilik yapmayacaktı, öğretmen öğretmeyecekti ve kısacası var olma zinciri hiç oluşmayacaktı. O zaman ne insanlıktan ne de varoluştan bahsetme gereği bile duyulmayacaktı. Sevgi işte bu insanlık yumağını oluştururken işini yapmakla birleştirici zamk olmaya devam etmektedir.

Bize verilen yanlış bilgilerden birisi de sevginin karşıtının nefret olduğudur. Nefret duygusu bir insanın, toplumun kötülüğünü, mutsuzluğunu istemektir. Bu istek içten gelen bir duygu değildir. Zihinsel bir karar sonucu oluşur. Zihin insanın kendi içinde yaratamayacağı bir şeyi, nefreti yaratır. Size bir haksızlık yapılmıştır ve yapan kişiye karşı kin ve nefret duymaktasınızdır. Zihnin muhakemesi çok basittir. Size yapılan haksızlığın sorumluluğunu bir başkasına yükleyecek, onun size zarar verdiğini ve sizin de ona zarar vermenizin kararına varıp bir takım hesapları ortaya koymanızı dikta edecektir. Siz de onu dinleyerek, size yapılan kötülü fazlasıyla iade etmeye karar verirsiniz. Bu karar sonucunda size kötülük yapan kişiden farkınız kalmayacaktır. Nefret içsel değil zihinsel bir durumdur.

 Oysa sevginin karşılığı olsaydı bunun bir şekilde içsel bir olgu olması gerekirdi. Sorun içeriden doğmalıydı ve içeride çözülmeliydi. Tam tersine sorun dışarıdan kaynaklandı ve dışarıda çözüldü. Sevginin karşıtı bu yüzden nefret değil sevgisizlik olmalıdır.  Sevginin karşıtı olan sevgisizlik olmasaydı zihin böyle bir hesaba giremez ve bu şekilde kararlar vermenize sebep olamazdı. Sevgi yoksunluğu, fakirliği veya cahilliği diye adlandırdığımız, onun anlam ve kavramını idrak edememiş bir kişiliğin verebileceği kararlar elbette zihinsel olacaktır. İnsan ruhsal olarak çözemediği sorunları zihinsel olarak çözmeye çalışırken, zihinsel olarak çözemediği sorunları da fiziksel olarak çözme yoluna girme eğilimindedir. Bir sorun karşısında ruhsal olgunluğumuzun yetmediği anda görevi zihne devretmek ve bu yolla çözümler aramak kolayımıza gelendir. Buna rağmen çözüme ulaşamayınca sorunu fiziksel olarak yok etmek ise daha koya kaçmaktır. Kolaya kaçma çabası çıkan savaşların temelindeki en önemli yapı taşıdır. Savaş kişinin benliğinde başlamıştır. Savaşın sorumluluğu hemen reddedilip nedenleri dışsal olgulara bağlanmıştır.  Bunun sorumlusu dünyadır. Kişi kendi ruhu ve zihni arasında başlayan savaşı tüm dünyaya yayar. Fiziksel kuvvetlerle kendisine ruhsal ve zihinsel olan savaşın vermiş olduğu tüm acıyı dünyaya tattırarak ondan intikam alır.

Sevgi kişiyi besler ve iyileştirir. Sevgi yoksunluğu ortadan kalktıkça tekâmül hızlanır. Kişi kendisini samimi bir şekilde sevmeye başladığında ayrımcılık yaratan her şey ortadan kalkmaya başlar. Ayrım olmadığında da zihin savaşacak bir düşman bulamaz. Zihin bir araç olduğunu kabullenir ve bizi yönetmeyi bırakır. Öğrendiklerimizi ruhumuza bir tecrübe olarak aktarmaya devam eder. Kendisini seven tüm insanlığı sever ve kendisine yapılabileceği en küçük kötülüğü bile insanlığa yapamaz. Nefret asla sevginin karşıtı olamaz. Sevgi yoksunluğunun bir sonucu olabilir. Temelde çocukluklarında sevgi ile yeteri kadar beslenmeyen insanların suç oranlarının artması, sevgi eksikliği sebebiyle beslenmemiş ve olgunlaşmamış ruhun zihne esir olmasından kaynaklanır.

Sevginin kaynağı nedense hep yanlış algılanır. Onu neden seviyorsun diye sorulduğunda temelde sevilenin sevilme nedenleri anlatılır. Esasında anne ile bebek arasındaki sevgiye baktığımızda sevilen aslında sevilmeyi hiç de hak etmemiştir. Geceleri ağlar, sabaha kadar anneyi uyutmaz. Sürekli acıkır ve altını kirletir. Sürekli hastalanır ve bakıma muhtaçtır. Esasında bir bebek annenin hayatını mahvetmek üzere dünyaya gönderilmiş bir canavardır. Ancak o her şeyden çok sevilir. Neden sevdiği sorulduğunda anne çocuğuna duyduğu sevgiyi kendi içsel sebepleriyle açıklar. O zengin ve yakışıklı, bilge ve yol gösterici de değildir. O bir seçimdir ve seçen tarafından sevilir. İnsan da Tanrının bir seçimdir. Kaynak sevilen değildir. Sevenin kendisidir. Sevgi kendi kaynağından fışkırır. Sevgi iç kaynaklıysa insanın sevgiye doyumu nasıl sağlanabilir? Ben yıllardır bu kaynağı çevremde beni seven insanların oluşturduğunu sanıyordum. Onlar beni seviyor ve sevgileri içime doluyor, bende bir sevgi birikimi oluşuyordu. Gerçek bu değildir. Başta aile içinde beni seveni ben de seviyordum. Bana duyulan sevgi içimdeki sevme kaynağını harekete geçiriyordu. Kendi içimi kendi sevgimle dolduruyordum. Büyüdükçe sevilme kaynaklarım azaldığından sevme kaynağım da kurumaya başlamıştı. Çocukluğunda yeteri kadar sevgiyle beslenenler, dış kaynaklar tarafından sevilme arzusuna pek düşmezler. Onların iç kaynakları kendilerine yetecek kadar çalışır.

 Sevilenin sevilme sebebi sevenin sevmesidir.

Birisine âşık olduğumuzda, onu seviyorum demek doğru mudur? Aşk bir karmaşa halidir. Bunun sebebi de sevilen odaklı olmasıdır.  İnsan sevdiğinin kaşına, gözüne, huyuna, malına, mülküne, ailesine karşı sevgi duyduğunu düşünür. Böyle bir sevgi yine seven kaynaklıdır. Sevdiğine inanma ihtiyacı bu kaynağı sevilme arzusuyla zihinsel olarak yaratmaktadır.. O zaman kaynak azaldıkça sevgi de azalır.  Saydığımız sevme sebepleri eksildikçe sevgi de eksilir. Sevdiğini söylediği kişi sonradan kör olabilir, tüm mal varlığını kaybedebilir, ailesiyle arası açılabilir, huyu değişebilir. O zaman sevgi adına üzerine inşa ettiğimiz her şey yıkılmaya mahkûmdur. Duyulan hissin sevgi olması için sevilenin her haliyle kabul edilmesi gerekir. Sevginiz dış kaynaklıysa ilişkiniz menfaatleriniz üzerine kurulmuş demektir. Oyda iç kaynaklıysa, her durumda zaten seveceksiniz demektir. Aşkta bağlantılar dış kaynaklıdır. Aşk sevgiye dönüşebilir. Dönüşüm olduğunda kaynak içe yönelir.

Seviyorum dediğimiz kişiyle hangi tekâmülleri yaşadığımızı sorgulamamız gerekir. Zaman en güzel ilaçtır. Doğru kullandığımızda bize gerçeği verir. Zamanı doğru kullanmanın en önemli reçetesi şudur. Tanrıya ve evrene güvenerek tahammül etmek. Sevgi tekâmül  etmemiz için gereken en önemli evren yasasıdır.  Bir başkasını severken,  sevginin kaynağının yine bizim içimizden geldiğini kabul etmek de en önemli tekâmüllerden birisidir.

Yoksa sahiplenme başlar. Sahiplenme ise onun hayatını kontrol altına alma isteğini doğurur.     Onu dilediğimizce yönlendirmek-yönetmek ve üzerinde egomanya kurarak kendimizi tatmin etmemiz anlamına gelir. Bizim sahip olduğumuz tek şey vardır o da ruhsal tecrübelerimizdir. Bunu dışında kalan her şey bizim tekâmülümüz için gereken katalizörlerdir. Seviyorsanız sevdiğinizle bir tekâmül  dönemi geçirmiş olmanız, onun kendi tekâmül üne saygı göstermeniz ve bunların sorumluluğunu üzerinize almış olmanız gerekmektedir. Oğlum doğduğunda inanılmaz bir sevgiyle onun için yaşamaya başladığım günü hiç unutmadım. Bana muhtaçtı ve annesi ve ben olmadan yaşayamazdı. Onu biz istemiştik ve şimdi kucağımızdaydı. Büyük bir sorumluluk ve özveri isteyen bir döneme girmiştik. Esasında hayatımız zindana dönmüştü. Uykusuz geceler ve sabah yorucu bir iş temposu. Ancak insan zindana dönen bu hayattan nasıl zevk alır? İşten dönmek ve aynı acıları çekmek için nasıl akşamı iple çeker ki? Sevginin iç kaynaklı olması böyle bir şey sanırım.

İnsanın kendisini sevmesinin megalomani olduğunu düşünürdüm. Kişi kendisini severse bencilce bir duruma düşer sanıyordum. Hayatım boyunca bana verilen tüm öğretiler kendimden başka her şeyi sevmem üzerine kurulmuştu. Öğretiler devlet büyüğünü sevmekten tutun da doğayı sevmeye kadar uzanıyordu. Anne-baba sevgisi. Kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi, sanat sevgisi, hayvan sevgisi, onun sevgisi bunun sevgisi. Kendimi sevmek ile ilgili bir bilgiye rastlayamadım.

Diğer tarafta sevgimin yetmeyeceği kadar çok seçenek vardı. Bu kadar çok şeyi sevmeye nasıl enerjim yetebilir ki?  Kısa zamanda anladım ki kişi kendisini sevdiğinde zaten tüm evreni ve yaratıcıyı aynı anda sevebilme gücüne ulaşıyormuş. Parçaları teker teker sevmektense kendini sevmek, bir bütünü sevmek demekmiş. Bu daha mantıklı ve kolaymış. İçten kaynaklandığı için kişinin hayata attığı imzaymış. Sevgi enerjisinin gücü hakkında bilgi edinmek aydınlanma konusunda en önemli deneyimmiş. Bu enerjinin içimizden akmasına izin verdiğimizde, hem sevgiye, hem de tüm evrene hizmet etmek için başka bir sebep arama gereği bile kalmayacaktır. Sevgi arınmayı, tahammülü, ilahi dengeleri korumayı, yanılgılardan kurtulmayı hızlandırarak tekâmülümüzün kalitesini arttıracak ve bizim aydınlanma yolundaki en güçlü aracımız olacaktır.

Deneyimlemeyi seçtiğimizde tekâmül dönemlerini sevmeyi de seçeriz. Kişiler sevmeyi ve tekâmül etmeyi tercih ederler. Bu tercihler sonucunda da sorumluluk alır ve tekâmül dönemlerini yaşarlar. Neyi, kimi seveceğimize bizler karar veririz. Bu kararlarımız tamamen içsel kararlardır. Bu kararların sınırları içerisinde olaylar yaşarken, o olayları sevgiyle kucaklamak ile gerçek bir tekâmül dönemi yaşayabiliriz.

 

  1. YALNIZLIK

Tekâmül sürecinde yaşanan en ilginç olaylardan birisi yalnızlık hissidir. Belli bir tekâmül süreci geçirmiş insanlar çevrelerinde kendilerini tatmin edici bir sosyal ortam bulamazlar. Her insan kendi tekâmül sürecini yaşadığından bu yalnızlaşma zaten hep vardır. Yaşantımıza samimi bir bakış, esasında bir sürü gereksiz ilişkiye girmiş olduğumuzu yüzümüze vurur. Bunları ayıklamak ve hayatımızdan çıkartmayı düşünmeye başlarız ki bu da zihnin bir kararıdır. Zihin gereksiz ilişkiler boyutunda sorumluluğu diğer insanlara yükleyecektir. Hayatımızla ilgili kararlar verirken en kolayına kaçacak ve onları hayatımızdan çıkartmayı dikta edecektir. Çevremiz bizi sosyal olarak tatmin etmek için var olmamıştır. Böyle düşünmek giderek daha çok yalnızlaştığımız yanılgısının yansımasıdır. Çevremize ve ilişkilerimize daha dikkatli bakarsak, toplumun şu anda devam ettirdiğimiz tekâmül döneminin bir parçası olduğunu görebiliriz. Neyi tekâmül ettiğimizi de çözebilir, bu dönemi okuyabilir ve daha çok tahammül eder bir şekilde yaşayabiliriz. Bu açıdan bakılığında esasında yalnızlık algılaması gerçek değildir. Toplum ve ilişkiler birer tekâmül araçlarıdır. Araçlar ile bir bütünlük içerisindeyizdir. Toplumda sizin ile birlikte var olan her kişi kendi tekâmüllerini de devam ettirir. Siz de onların bir tekâmül aracı olarak var olmaktasınızdır.  Kişisel gelişimler, toplumsal gelişimleri oluştururken, toplumsal gelişimler de küresel ve sonrasında evrensel gelişimi devam ettireceklerdir. Gelişim sürecinde amaç olgunlaşmak ise geri kalan her şey araç olarak hayatımıza giriyor demektir. Bu açıdan bakıldığında ise var olduğumuzdan bu yana yalnızız.

Yalnızlık konusu benim açımdan daha farklı bir boyuta girdi. Kendimin farkındalığını yaşadıkça, kendimi anlamaya ve sevmeye başladıkça yalnızlığımın ne kadar anlamsız olduğunu da görmeyi başardım. Gerçek yalnızlığın kendimden uzaklaşmış olmamdan kaynaklandığını anladım. Kendimden uzaklaştığım için, çevreme ve sosyal ortamlara ihtiyaç duyduğumu, kendi içimde kendimden kaynaklı yalnızlığın onlarla tatmin edileceğini zannettiğimi anladım. Hayatımı yalnızlığımı gidermek üzere üzerlerine kuruduğumuz kişiler bir gün giderlerse yine kendi başıma kalacaktım. Yalnızlık içseldi ve zihin dışsal bir çözüm aramaktaydı. Zihnin kararına göre sahip olunan sosyal ortamdaki kişilere bağımlı olmamız gerektiriyordu. Kendi başımıza kaldığımız yanılgısını bağımlılık olarak gerçekleştiriyordum.

Ölümden de bu şekilde korkuyoruz. Öldüğümüzde kimsesiz kalacağımızı ve onlarla hiçbir iletişime geçemeyeceğimizi düşünüyoruz. Yalızlık düşüncesi bizi korkutuyor. Oysa öldükten sonra kendinizle birlikte götürebileceğimiz tek şey yine kendimiz olacağız. Bu aslında beraberimizde götüreceğimiz şeyin tekâmüllerimiz sonucunda ruhani belleğimizde kayıtlı deneyimlerimiz olacağı anlamına da geliyor. Yalnızlaşma aslında kişinin tekâmül amaçlarına ulaştığını da gösteriyor. Bilgi sizi yüceltiyor ve bu sizi yücelme seviyenizin içinde derecelendiriyordur. Aynı derecelere ulaşan insanlar süzgeçten geçerek azalıyor. Tekâmül yolunu seçenler elbette ulaşmaya çalıştıkları yerde yalnızlığı da tekâmül edeceklerini bilirler. Kendi tekâmüllerinin diğer insanlara ne kadar fayda sağlayacaklarını anladıklarında yalnızlık duygusundan ayrılırlar. Gerçek olan birliğin anlamını kavramış olurlar. Birlik her şeyi içine aldığından yalnızlıktan söz edilemez. Her şey bir şeyin yansımasıdır. Bu yansıma zaten tek olan, yalnızlık diye bir sorunu olmayan gücün yansımasıdır. Bu kural çok basittir. Güçlendikçe yalnız kalınır. Ancak bu yalnızlık bizim sandığımız yalnızlığın tersine her şey ile bir olmaktır.

 

 

ANLAM

İçsel yolculuk doğumdan ölüme ve hatta ölüm sonrasında bile devam eden tekâmüller zinciridir. Bu zincir her olaydan alınan ders halkalarının birbirine bağlanmasıyla anlam kazanır. Tekâmül serüveninde her olayın sonunda bir şey anlamış olmamızın, içimizde aydınlığa nasıl dönüştüğünü hissederiz. Bilgi bizi aydınlattıkça bir gerçeği daha anlamış olur ve onunla bütünleşiriz. Bu bütünleşme sonrası kişi artık değişmiş ve yeni bir birikim kaynağı haline gelmiştir. Alacağımız kadar vereceğimiz bir şeylerimiz de vardır. Bilgi birikimi üçüncü şahıslarla paylaşılmadan anlam kazanmaz.

Bilgi çınar ağacının yapraklarına benzer. Her yaprak güneş ışığıyla gövdeyi beslerler.  İnsan bilgilerini paylaştıkça dallarda yeni yapraklar tomurcuklanır. Böylece güneşi daha çok özümser ve gövde daha çok beslenir. Bizler de bu örnekte olduğu gibi bilgilerimizi paylaştıkça aydınlanır, beslenir ve anlam kazanırız. İşin ilginç tarafı ilahi idare kişinin ihtiyacı olan bilgiyi bilir ve oluşumlarını bu bilginin edinilmesi için devreye sokar. Şöyle de diyebiliriz; çevrenizde bir oluşum görmekteyseniz nasıl bir bilgi gelmekte olduğunu da anlayabilirsiniz. Deneyimlemeniz için bilgi güneş ışıkları gibi yapraklarınıza doğru yağmaya başlar. Yapraklarınız ne kadar çoksa o kadar bilgi edinebilirsiniz. İlahi idare bilgiyi sizin bedeninize nüfus edene kadar yollayacak ve idrak ettiğinizde kesecektir. Kesilme anında kişi edinmiş olduğu bilgi ve tecrübeler konusunda bir minnettarlık duyacaktır. Bilgi ve aydınlanma kaynağına bir teşekkür etme hissi yaşanacaktır. Tanrıya, ilahi idareye teşekkür etmek, yani şükretmek bilgeliğinize anlam katacaktır.

İlahi idare bize ihtiyacımız göre bilgi gönderiyor ve biz bunu alamıyorsak, o tekrar göndermeye devam edecektir. Yine alamıyorsak o her seferinde tekrar yollayacak ve biz de durmadan başımıza gelen aksiliklerin kısır döngüsüne girdiğimizi zannederek, bunun nedenini anlayamayacağız. Hep aynı şey neden benim başıma geliyor diyerek sorgulayacağız. Sorgulamayı yapıyor olmamız gereken tekâmül ü bitiremediğimizin mesajını veriyor olacaktır. Büyük ihtimalle o tekâmül ün zor ve acı verici olduğu konusunda bir inanca girmiş ve her seferinde ondan kaçmışızdır. Burada ilahi idare halen bize tekâmülümüz için ışık göndermeye devam etmektedir ve biz buna minnet etmemekteyiz.

Şükretmenin önemi burada başlıyor. Şükretmek bu adımda tekâmül e anlam katıyor. İnsan reddetse bile halen ona bilgi akmaya devam ediyor. Tekâmül ünü tamamlayıp tamamlamama özgürlüğü içerisinde olan insan ise karar verme boyutunda özgür bırakılarak onurlandırılıyor. Böylesine bir onur için de şükretmek gerekiyor. Bu acıları çektiğimiz ve bugünlere kadar geldiğimiz için kendimizle gurur duyarsak hata yapmaya başlıyoruz. Esas gurur duymamız gereken bize verilen bilgelik ve bunun için akıp duran bilgiye rağmen bunu redde bilmemizdir. Gurur kaynağa olan şükür değil kendimize olan güven olarak değerlendirildiğinde gerçekten böyle bir yanlış anlamaya bizi sokan zihnimiz ile gurur duymamız lazımdır. Gurur burada anlamlı olanı anlamsızlaştıran bir düşünce şekli olmuştur. Gurur bir bilgenin evrene hizmet etmesini engelleyici en önemli unsurdur. İnsan kendi elde ettiğini düşündüğü şeyi paylaşmaya pek yanaşmak istemez. Şükreden insan bilgeliğinin kaynağını bilir ve kendisinin de bir kanal olarak bunu evrene aktardığını anlamıştır. İşte bilgi paylaşıldığı zaman aynı anda şükredilmiş olur. Bu ışığın yansımasıdır, kaynağı değil. İnsan bu aydınlanmalarla hayatı anlamlı bir şekilde yaşamaya başlar. Bilgi ve aydınlanma hayatı anlamlı hale getirir.

  1. Kader

Kader birçok değişik tanımlama ile alın yazısı, kişinin elinde olmayan yaratan tarafından belirlenmiş bir yaşam şekli olarak açıklanmaktadır. Bazı kaynaklarda ise insanın dünyaya gelmeden önce, ihtiyacı olan deneyimleri yaşamak için tekâmüllerini yaşamak amacıyla yeryüzüne bedensel kıyafete bürünerek geldiği ve tekâmüllerini edinip geri döndüğü fikridir. Aslında bahsettiğimiz her iki tanımda da birbirine benzemektedir ve anlatmak istediğimizi desteklemektedir. Ruh olgunlaşmak yani tekâmül etmek için üç boyutlu bir dünyaya gelmekte ve bu maddesel dünyayı deneyimlemek için beden denilen bir zırha bürünmektedir. Bu zırh aslında bir uzay elbisesine benzemekte ve beş duyu ile insanın madde dünyayı algılamasına hizmet etmektedir. Yani üç boyutlu bir dünyada tekâmül edebilmek için ruhun giydiği bir kıyafet gibidir. Bu kıyafeti giymek demek sizin dünyaya gelmenizi sağlayacak anne babanın özelliklerini almanız anlamına gelmektedir. Onların kalıtımsal özelliklerinin karışımından bir canlı olarak dünyaya gelmemizin de bir kader olacağını anlamına gelmektedir. Boyunuz, renginiz, fiziksel tüm özellikleriniz buna dâhildir. Ancak bahsettiğim bunun kader olduğu değildir. İlahi idare daha biz doğmadan hizmete başlamış olacaktır. Tecrübe etmeniz gereken büyük ruhsal tekâmül ünüz için gerekli tüm şartları “kader dediğimiz özellikleri” tamamlayarak dünyaya gelmemiz için hazırlayacak ve niyetimizin yani olgunlaşmamızın yolunu açacaktır.

Dünyaya gelme sebebimiz aslında tekâmül sebebimizle alakalı olacaktır. İlahi idare yine görevini yapacak ve tekâmülümüz için doğmadan önce yapılan hazırlıkları ve aşamaları doğumla birlikte bize unutturarak, aslında ne olduğumuz ve nereye gittiğimiz konusunda özgür olmamız için tüm hizmetini de bize sunacaktır. Manevi bir halden maddi bir hale geçtiğimizde ne olduğumuzu unutacak ve ne olacağımıza odaklanmış olacağız. Dünya üzerinde tekrar ne olduğumuzu hatırlama dönemine bir başlangıç olacaktır. Ruh ile maddeyi bir arada deneyimlemeye başladığımızda, birlikten ikiliğe geçmiş olduğumuzu ve bunun hiçlikten  meydana geldiğini kavrayamayacağız.

  Bir ömrü doğru ve yanlışın arasında yaşadığımızı zannedeceğiz. Bunlardan birini taraf seçmek zorunda hissedeceğiz. Aslında nötr durumda olan iki boyutlu bir düşünceler zincirini üç boyutlu bir dünyada yaşayacağız.

 Bütün bize bu durumda bir çelişki gibi görünecektir. Sizin dünyaya geliş şeklini ve yaşayacaklarınız önceden planlanmış bir oyun gibidir. Oyun sizin ihtiyaç duyduğunuz tekâmüller için oluşturulmuş ve bunun oluşturulmasında sizin de ihtiyaçlarınız göz önünde bulundurulmuş, hatta sizin de fikriniz alınmıştır. Ancak bunu doğum sonrasında ilk aldığınız nefesin ciğerlerinize dolması sırasında yaşadığınız şok ile unutmuşsunuzdur. Bu unutma da tekâmül edebilmeniz için gerekli olan önemli bir sebeptir. İşte unuttuğumuz tüm sebepler kader dediğimiz, tekâmül öncesi oluşmuş hazırlık evresidir. Biz insanlar fiziksel yoksunluklarımızdan şikâyet ederken aslında kendi kararlarımızdan doğan sonuçlara isyan etmekteyiz. Bu kararlar tekâmül edebilmemiz için gereken ve ilahi idarenin bize seçtiği ve bizim de katkıda bulunduğumuz adına kader dediğimiz sebeplerin kutsal olan kararlardır. Ölüm anında ölüm meleğinin gelip elindeki orak ile canımızı aldığı mizansenine inanmamam için yaşadığım tecrübelerim oldu. Annemin dayısı yoğun bakımda yatarken her an öleceğini düşünüyorduk. Yoğun bakım süresince büyük oğlu ona refakat ediyordu. İlginçtir ki dayım ölümle yaşama arasında altı kere koma durumuna girmiş ve hepsini atlatmış tekrar hayata dönmüştü. Komalarından döndüğü birisinde refakatçi olan oğluna ; “o Azrail’e söyle kapıda boşuna beklemesin” demişti. Dayı gerçekten hayatı boyunca inatçı birisiydi. Ona bir şeyi kabul ettirmek hayli zordu. Dayı öldü ve inançlarımız doğrultusunda yıkanması gerekiyordu. Oğulları onun cesedi yanına yıkamak için giremeyeceklerini, buna dayanamayacaklarını söylediklerinde oraya girmek ve bu görevi yerine getirmek bana düştü. Gerçekten daha önce hiç ölü görmemiştim ve hayatımın en önemli deneyimine doğru gittiğimi bilerek içeriye girdim. Dayı her zaman bildiğim dayıydı ve ben onun yalnızca yüzüne baktım. Yüzündeki ifade o kadar anlamlıydı ki. Rahatlamış ve huzur bulmuş bir yüz ifadesi vardı. O gün anladığım ölüm meleğinin gelip onu razı etmeden canını almadığıydı. Ölüm meleği geliyor bir şekilde kişiyi ikna ediyor ve kişinin rızasıyla canını alıyordu. Bunu daha sonraki, önceden anlattığım babaannemin ölümünü deneyimlememde de yaşamıştım. O da bir koma dönemi yaşamıştı ve bu dönemde onun rızası için bir süre geçmişti. Anlatmak istediğim dünyaya gelirken karar veren kişi dünyadan ayrılırken de karar vermek durumundaydı. Bu oldukça samimi ve mantıklıydı. Hatta size naklettiğim yaradılış hikâyesinde insana verilmiş değerin de tam tanımlamasıdır. Ne zaman doğacağımız ve ne zaman nasıl öleceğimiz konusunda ilahi bir planlama yapılmış olması ve yaşam denen bu süreçte, yani doğum ile ölüm arasında neyi tekâmül etmemiz gerektiğinin de planlanmış olması gerçekten mantıklıdır. Bu planlanma aşamasının unutulmuş, hafızadan silinmiş olması da çok mantıklıdır. Zaten bu plandan haberimiz olsaydı böyle bir tekâmüller süreci yaşamamızın hiçbir anlamı da kalmayacaktı. İşte bu boyuttan baktığımızda kader denilen planın hazırlanışından dolayı hayat boyunca yaşananlara karşı nasıl bakmamız gerektiği de önem kazanmaktadır. Tersini düşünmek, kontrolsüz gelişigüzel bir evreni bize tanımlayacaktır ki bu kadar düzenli bir evren asla başıboş ve rastgele var olamayacaktır.

Kader bu şekilde düşünüldüğünde, insanın isyan etmesi oldukça saçmadır. İnsan bilgisizlik içerisinde isyan eden bir durumda, esasında kendisi için kurulmuş koskoca bir evren ve bu evrende sahip olduklarına isyan etmekten öte, kendisine isyan etmektedir. Boyunun kısalığı, burnun şekli, saçın rengi, milliyet, ırkı ne olursa olsun insan tekâmül etmek için dünyadadır. Her tekâmül de olduğu gibi bu tekâmül ünü de sonlandıracaktır. Bu isyan ettiği şeyleri kullanmasına gerek kalmayacak ve onları bu dünyada bırakacaktır.  Elbette bizim kontrolümüz ve bilgimiz dışında kalan her şey kaderimiz olacaktır. Kişi aydınlandıkça bilgilenecek, bilgilendikçe de aslında kaderin ne denli destekleyici olduğunu anlayacaktır. Kader olmasaydı asla tekâmül den bahsedemezdik. Çünkü tekâmülümüz için var olan her şeyi biz kader ile edindik. Cinsiyetimizden tutun, konuştuğumuz dil, hatta yaşadığımız dini inançlar bile baktığınızda kederin birer armağanıdır. Bu armağanlar ile doğru şekilde doğru şeyleri yaptığımızda dönüp dolaşıp aynı noktada birleşmekteyiz. Bu da ne kadar onurlu ve değerli olduğumuz ve neye hizmet ettiğimizdir. Yaradılıştan bu onur ve değeri kazanmış olmanın değerini asla yitirmeden, bu onuru ve değere şükrederek tüm insanlığa hizmet etmek. Bu onurun nasıl verildiğini de araştırdığımızda bunun da kader olduğunu göreceksiniz. Kısacası insan kader ile onurlandırılmış ve onur insanın kaderi olmuştur.  Bu bilgi zaten yaradılış ve varoluşun bilgisini ve amacını kısaca anlatmaktadır. Bilgi kişiyi aydınlattıkça kaderin de bir aydınlanma sebebi olduğu ortaya çıkar. Bu sebep bir yol arayan insanın zaten bir yolda olduğunu söyler. Bunu söylerken de ne ileri nede geri bakmamasını, öncelikle kendi mükemmelliğini kavramak için kendisine bakması gerektiğini söyler. Zaten bu bakış görüşü peşinden getirdiğinde, yaratanın bir yansıması olduğunu anlar ve yoluna devam eder. Diğer şeylerin yansımalarına bakmayı bırakır ve gerçek aydınlığın ne yönden geldiğine yönelir. Bu yön ise onun yoludur, kaderidir.

Katılaşmış kalplerin sevgiyle nasıl yumuşadığına dair birçok tecrübeyi yaşamış ya da duymuşsunuzdur. Bu kalplerin katılaşmasındaki sebebi araştırdığınızda karşınıza sevgiyle beslenmemiş bir ruh çıkacaktır. Bedenimiz gibi ruhumuzun da beslenmesi gerekliliği, o ruhun aç bırakılması ve sağlığını yitirmesi yine kişinin kendisini sevmediğini gösterir. Sevgiye karşı bu şekilde yalıtılmış insan içsel seslerini bastırmış ve kulaklarını dört açmış bir şekilde yaşarken, dünyanın gürültüsü altında onu uyarmaya çalışan kısık içsel seslerini duyamaz hale gelir. Ben içsel sesimin ilk farkına vardığımda kendi kendimle konuşuyor olmamdan bana deli diyecekler düşüncesiyle bunu kimseye söylememiştim. Ancak onunla iletişimimi de hiç kesmedim. Bu iletişim bana gerçekten çok zor kararlar almam gerektiği zamanlarda çok yardım etmişti. Ancak onu dinlemediğim, azarlarcasına susturduğum ve sonradan başıma gelen şeylerin ciddiyetini gördüğümde ona daha çok saygı duyduğum bir sesti. Ben onu dinlemediğimde susuyor ve işime karışmıyordur. O bana daima saygılıydı. Onu dinlediğimde işlerimin daha doğru kararlar sonucunda iyi gittiğini de deneyimliyordum. Bir gün o sesi daha yakından tanımaya çalıştım. Onunla ilgili sorular soruyor onu tanımlamaya çalışıyordum. İçsel sesimin benimle hangi ses tonuyla konuştuğunu bile inceledim. Ancak onun bir gün karşıma gerçekten zor bir karar almak durumu doğduğunda bağırabildiğini keşfettim. Yolda yürüyordum, içsel sesimle bağırıyordum ve kimse beni duymadığı için bunu özgürce yapabiliyordum. O gün içsel sesimin ne kadar kısık olduğunu anladım. Bununla beraber aslında kendimi ruhsal olarak ne kadar güçsüz bıraktığımı da keşfettim. Ve niyet ettim. Artık bedenim kadar ruhumla da ilgilenmeye başladım. O dönemler doksan beş kiloydum ve fiziksel olarak aslında çok da sağlıklı değildim. Yemeklerimi zamanında bolca yemeyi, hastalandığımda ilaçlarımı almayı ve kendime bakmayı hiç ihmal etmiyordum. O günden sonra sürekli okumaya başladım. Çevremdeki insanlar elimde sürekli kitap gördüklerinden artık bu kadar okuyamayacağım kanısına varmışlardı ve sırf gösteriş yapmak için elimde kitap gezdirdiğimi bile düşünmeye başlamışlardı. Bu okuma dönemi bende arınmayı başlattı. Arındıkça kendime ait olmayan şeyleri temizlemeye başladım ve bir anda zor bir gerçekle karşı karşıya geldim. Hayatımda hiçbir şey bana ait değildi. Bu aniden bir çöküş yarattı. Tüm inançlarım ve yaşadıklarım sıfırlanmıştı. Hayatımda anlam taşıyan bana ait ne kadar az şey vardı. Bunun farkındalığını yaşamış olmam beni çok etkiledi. Bu çöküş kendimi tekrar inşa etmem için yaşadığım bir tekâmüldü ve bana bir fırsattı. Tekâmüller bitince başka tekâmülleri tetiklerler. İşte bu tetiklemeler sonrasında yaşanan döneme tahammül etmiş olmak, o tekâmül ün size öğreteceği her şeye tüm bilgi kanallarının açılması demekti. Güzel bir ekmeği yemeden önceki oluşum süreci gibi. Unu tuz, su ve mayayla yoğururunuz. Sonra mayalanmaya bırakırsınız. Bir süre sonra ekmek hamuru mayalanır ve pişmeye hazır hale gelir. O zaman fırına atar ve pişirirsiniz. Pişirilmiş ekmeğin soğumasını da beklemek gerekir, yoksa ağzımızı yakar ve midemizi rahatsız eder. işte tekâmüller de bu bekleme süresi tahammül gerektirir. Tahammül edemezseniz hamur halindeki ekmek olmaya çalışan karışımı yemeye çalışırsınız. İnanın tadı çok da güzel değildir. Ekmeğin mayalanması tekâmül de tahammül dönemini gerçekten güzel ifade ediyor. İşte tahammül edilmiş bir tekâmül döneminin tadına doyulmuyor.  Ekmeğin hazır olması için beklemeye tahammül edemediğimizde de tadını alabileceğimiz bir şeyden bahsedemeyeceğiz. Bu bekleme sürecinde bize bu ekmeği hazırlayacak olana da sabır ve saygı göstermeliyiz. İşte o hazırlayıcı bizlere istediğimizi vermek için çalışan İlahi İradedir. Sizden kararlı olmanızı bekler ve hazırlık döneminde tahammül etmeniz gerekir. İşte bu dönemde de okuyarak geçirdiğim, ardından farkındalıklar yaşadığım ve bir o kadar da mücadele verdiğim dönemde kararlılık göstermişim ki İlahi İdare bana istediğimi vermişti. Yaradılıştan ne kadar onurlu olduğumun farkına varmıştım. Ancak bu farkına varış ile bir de yanılgılarımı anlamıştım. Yıllarca kendime ne kadar haksızlık yaptığımı görmüş ve bu yılların da birer tekâmül olduklarına uyanmıştım. Çember büyüdükçe aydınlanma daha da artıyordu. Bir gün sabah uyandığımda kendimde bir durgunluk hissettim. Artık her şeye sinirlenmiyor, olaylara gülümseyebiliyordum. Karşıma çıkan her olaya saygıyla, sabırla ve en önemlisi sevgiyle yaklaşıyordum, her konuda hoşgörülü olmaya başlamıştım. Artık olaylar karşısında kendimi zorlamıyor ya da bir taraf olmuyordum. Arkasından hayatıma reiki girdi. Reiki evrenin tedavi edici enerjisine kanal olarak hasta olan kişilere şifa vermek için uygulanan özel bir teknikti. Bu teknik için önce oyumlanmanız ( el almanız ) gerekliydi. Ben de uyulmandım ve el çakralarım açıldı. Yirmi bir günlük arınma dönemimi bitirdiğimde artık 75 kiloydum. Reiki tüm çakralarımın düzgün çalışmasına yardımcı olmuştu ve en önemlisi madde ile ruh arasında denge kurmamı sağlamıştı. İşte bu dengenin sağlanmasıyla aydınlanma muhteşem bir hız kazandı. Artık çevremdeki her şey bana rehberlik yapıyordu. Her insan, her olay bana bir şeyler öğretiyordu. Bilgi gerçekten de güç demekti. Kendimi bu güç ile çok özgür ve huzurlu hissediyordum. Bu güç öylesine büyüktü ki kendimi sevgiden yaratılmış hissinden alamıyor, her şey ama her şeyi seviyordum. Bu seviş öylesine sınırsız ve sonsuzdu ki başlarda hissettiğim yalnızlık hissini tamamen yok ediyor ve kendimi her şeyle bir görüyordum. Daha önceleri anlamsız gelen hayat o kadar anlamlı ve güzeldi ki. Bunun için yaşadığım her ana, kaderime, Kutsal İdareye ve Tanrıya sürekli teşekkür ediyor ve şükrediyordum. Başıma gelen hiçbir şeyin artık bir rastlantı olmadığını biliyorum. Gelen her şeyi en içten samimiyetimle kucaklıyorum. Artık sevmekten ne kızmaya ne de öfkelenmeye zaman bulamıyorum. Her şey beni sarıp sarmaladığı gibi ben de her şeye kucak açıyorum.

Dünya bizim tekâmül alanımız ve bu alanda artık herkesin kendi tekâmülünü yaşadığımı bilmenin huzurunu yaşıyorum. Biliyorum onlar Kutsal İdare ve Tanrı tarafından sürekli korunuyorlar. Kendilerine ve bana sürekli onurlandırma yağıyor. Kaynak her zaman bizi birbirimizden ayırt etmeden ışığını göndermeye devam ediyor. İşte beni bu kitabı yazmaya sürükleyen şey de bu minnettarlığı ruhtan maddeye aktarmak suretiyle şükretmek amacını taşıyor.

Evren denilen armağanı kabul edip, bize verdiği hizmetlerden dolayı ona teşekkür etmeliyiz. Yaratanın bize bu imkânları verdiği için şükran duymalıyız. Reiki bu sebepten bize verilmiş bir hediyedir. Ona kanal olmak ve şifa dağıtmak çok onurlu ve evrensel bir hizmettir. Reiki sadece şifa yolu değil aynı zamanda kişisel gelişim için bir meşaledir. Önünüzü aydınlattıkça cehaletten çıkıp aydınlığa doğru yürümemizde yardımcıdır. Bilgi kılıcının vurduğu yerden kan değil, ışık fışkıracaktır. Önce içimizdeki karanlığı yeneceğiz. Daha sonra dışımızı aydınlatacağız. Elimizdeki yol haritası olan da reiki ile yola devam edeceğiz. Kişiler aydınlandıkça toplum da aydınlanacaktır. En büyük sorunlarımızdan birisi de toplumsal aydınlanmadır. Kendi düşünce ve inancından başkasını kabul etmeyen insanlar toplumu, bağnaz ve acımasız olmaktadır. Kendi fikrine ve inancına sahip olmayan kişileri diğerleri olarak ayıran ve onların yaşama hakları bile olmadığını düşünen kişilerden oluşmuş bir toplum karanlıkta kalmıştır. Bu zihniyet önce diğerlerinin düşüncelerini değiştirmeye çalışır. Değiştiremeyeceğini anladığında eziyet etmeye başlar. Yine değiştiremezse yok etmeye çalışır. Bu yapılanların hepsinde nefret vardır. Oysa sevgini olduğu yerde nefret barınamaz. Sevginin olduğu yerde şüphe yoktur. Sevgi gerçek güç ve aydınlıktır. Reiki yapan bir şifacının enerji önce tepe çakrasından vücuduna girer. Oradan kalp çakrasına gelir ve sevgiyle onaylanır. Onay aldıktan sonra kollarından ellerine ulaşır. Ellerinden hastaya akar. Reiki sevgiyle daha iyi sonuçlar verir. Kalbinizde ne kadar çok sevgi barındırabiliyorsanız, siz o kadar iyi bir reiki üstadısınızdır. İçinizden ne kadar çok sevgi çıkartabiliyorsanız siz o kadar iyi bir insansınızdır. Sevginin kaynağı sizsiniz. Sevilen siz sevdiğiniz için sevilendir. Sevgini kaynağı sizdedir. Oysa yıllarca size kaynağın dışarıda olduğu öğretilmiştir. Doğru olan sevginin kaynağı içinizdeki sevgi pınarıdır. Sevgi verildiği zaman eksilmeyen tam tersine artan, fiziksel kurallar dışında davranan bir enerjidir. İçinizdeki sevgi kendi başına bir şifa kaynağıdır. Siz tek başınıza hiçbir eğitim almadan sevginizi kullanarak da şifa aktarabilirsiniz. Çünkü bütün hastalıkların altında sevgisizlik, sevginin olmadığı yerde şüphe, nefret, korku vardır. Sevginize bir de Reiki eklenirse muhteşem olur. Hastalığın esasa kaynağı yok olduğunda hastalık da yaşayabileceği toprağını kaybeder ve solup gider.  

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam46
Toplam Ziyaret47370
Haberler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.935533.0675
Euro35.748235.8914
İşinizi Kolaylaştırın