• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tankutoztuna
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905447718131
  • https://www.twitter.com/@sevendoor
  • https://www.instagram.com/tankutoztuna
Ne Düşünüyorum?

 

Hiç Bir şey göründüğü gibi değildir.

Gördüklerin de göründüğü gibi değildir.

Ancak görmek istediğin şekildedir.

Hava Durumu

booked.net

Küçük Hikayeler
Takvim
Videolar
Yanlış Bildiklerimiz
Reklam

Tekamül

Tekâmül

Evrende var olan hiçbir şey nedensiz yaratılmamıştır. Bir duvarın taşları gibi bir araya gelip bütünü oluştururlar. Taşlara sorduğunuzda neden orada olduklarına anlam veremezler. Oysa onlardan birisi bile olmasa duvar yıkılır. İnsanlığın en büyük sorunu kendi önemini kavrayamamış olmasıdır. Evrene anlam kazandıran insanlardır. İnsanlık bu dünyada hayata anlam katan en önemli yapı taşıdır. Doğmasıyla başlayan ve ölmesiyle nihayetlenen hayatlarında var oldukları sürece ne işe yaradıklarının farkında olan kişi sayısı oldukça azdır. Ancak dünyaya anlam katan insanın kendisi ile ilgili de anlaması gereken şeyler vardır. Çoğu bunun arayışında bir ömür yaşar. Çok az bir kısmı ise yaşam amacını bularak huzura erer. Yaşam bir mücadeledir. Karşımıza çıkan sorunları çözmek ve bir sonrakine hazırlanmaktır. Tekâmül bir yağmur damlası gibidir. Bulutun içindeki yağmur damlası yere doğru düşmeye başlar. Toprağa ulaşır ve derinlere doğru süzülür. Diğer yağmur damlalarıyla buluşur ve büyür. İki taşın arasından hep birlikte fışkırır ve bir pınar olur. Ardından bir dereye sonra ırmağa dönüşür. Akar ve aktıkça büyür. Büyüdükçe hızlanır. Ne yaparsa yapsın sonunda ilk buharlaştığı yere döner. Denize.

Tekâmül bir ağaç dalı gibidir. Önce ağacın gövdesinden kopar. Altında akan dereye düşer. Akıntıya kapılmıştır. Su nereye akarsa o da oraya sürüklenir. Bazen bir kaya parçasına takılır. Suyun tazyikini hisseder. Yine aynı güçle akıntıya kapılır ve denize ulaşana kadar sürüklenip gider.

Tekâmül bir rüya gibidir. Ne zaman uyuyup ne zaman uyanacağını bilmezsin. Yalnızca o rüyayı görmen gerekir. Rüyayı görmen ve anlaman. Ne onu kontrol edebilirsin ne de kendini. Rüyanın içinde olmak zorundasındır. Onu izlemek ve yaşamaktan başka yapabileceğin bir şey yoktur.  

İnsanın doğumuyla ölümü arasında yaşanan her şey tekamüldür. Bu, deneyimler serisinin genel adıdır. Yaşam boyunca bu dünya bir okuldur. Okulda en önemli kural yaşayarak öğrenmektir. Başımıza gelen her olayın bir nedeni vardır. Her olay bir deneyim demektir. Her deneyimin sonunda bir öğrenme olmalıdır. Bunlar tekamülün olmazsa olmaz kurallarıdır. Bir kız öğrencim sürekli annesinden şikâyet ediyordu. Neden böyle bir anne ile cezalandırıldığını sorup duruyordu. Ona bunu bir tekâmül olduğunu anlatmaya çalıştım. Ona; “Büyüdüğün zaman annen gibi bir anne olmamayı öğreniyorsun” dedim. O yaşadığını bir sorun olarak görüyordu ben ise bir deneyim olarak değerlendiriyordum.

Tekamülünüzü yaşamanız için çevrenizde ne var ne yoksa hepsi sizin için çalışmaya başlar. İnsanlar, hava durumları, araçlar ve aklınıza gelebilecek her şey sizin için çalışmaya başlar. Bu o kadar doğal gelişir ki farkında bile olmazsınız. Normal hayatınızla o denli ahenkli devam eder ki farkına varmanız çok zordur. Tekamülünüzün ne olduğunu merak ediyorsanız an içinde ne hissettiğinize bakmanız gerekir. An içerisinde olmak demek, geçmişten ve gelecekten soyutlanmanız demektir. Geçmişi ve geleceği düşünmediğinizde tam ortasında duruyor olacaksınız. Geçmişi düşünürseniz duygularınız geçmişten etkilenecektir. Geleceği düşünüyorsanız da duygularınız gelecekten etkilenir. Her ikisi de sizin gerçek an deneyiminiz değildir. Sizin gerçek an deneyiminiz bunların tam ortasında bulunur. An içerisinde ne hissettiğiniz tekamülünüz hakkında ipuçları verecektir.

Çevrenizi ve sizin dışınızda kalanların gerçekten farkında olmak istiyorsanız, öncelikle kendinizin farkında olmanız gerekiyor. Bunu yapmanın birden çok yolu vardır. Tekamülünüzün ne olduğunu anlayabilmek için öncelikle kendinizin ne yaptığına bakmalısınız. Çekim yasasına göre siz ne yapıyorsanız çevreniz de ona göre şekillenecektir. İşte ikinci yöntem, çevrenizde ne olduğuna bakmaktır. Çevrenizde olup bitenler sizinle alakalı değilmiş gibi gelse, sizinle ilgilidir. Olan biten neyse onu siz çektiniz. Tekamülün temel amacı sizin eğitiminizdir. Şu anda bulunduğunuz noktada siz bir merkezi oluşturuşunuz. Merkezin ihtiyaçları ve öğrenmesi gerekeni barındırması çevrenin de ona göre oluşumunu başlatacak ve öğrenme gerçekleşene kadar bu oluşum devam edecektir. Merkezdeki sizin ihtiyacının şükretmeyi öğrenmekse, çevre sizin yokluğu yaşamanız için şekil alacaktır. Yokluk içine düşeceksiniz demektir. Az ile yetinmeyi ve şükretmeyi öğrendiğinizde ise tekâmül sona erecek, o andan sonraki merkeze göre şekil almaya başlayacaktır.

Esasında bütüne bakabilmek de tekamülünüz konusunda size bilgi verecektir. Bir gitar teline vurduğunuzda o telde yüzlerce farklı frekanslarda sesler çıkmaktadır. Ancak hepsi bir araya geldiğinde bir notaya karşılık gelir. Telin titremesinin havada yarattığı dalgalar kulağımıza ses olarak gelir. Bu titreme asla sabit değildir. Her titreme farklı bir sese tekâmül eder. Binlerce farklı titreme bütünü bir ses gibi algılanır. Parçalara baktığınızda farklı şeyler vardır. Bütüne baktığınızda ise bir tek şey. Kelimeler harflerden oluşur. Harfler bir araya geldiğinde bir kelime-hece oluşturur. Oysa cümle kelimelerin bir araya gelmesinden oluşur. Cümle yalnızca kelimelerin bir ayara gelmesinden değil, aralardaki boşluklardan da oluşur. Kelimeler arasındaki boşluklar da cümlenin bir parçasıdır. Siz kitabın heyecanına kapılmış olabilirsiniz. Okurken harfleri, kelimeleri ve cümleleri bir arada görürsünüz. Konuya kendinizi kaptırdığınızda bunların hiçbir önemi kalmamıştır. İşte hayatın akışına kendinizi kaptırmışsanız, yaşadıklarınızı oluşturan ayrıntıları kaçırırsınız. Görmedikleriniz gördüklerinizden daha fazladır. Bütüne baktığınızda bazen ayrıntıları kaçırabilirsiniz. Kalite ayrıntılarda saklıdır. Bu da kendimiz ile ilgili farkındalığın ne kadar az olduğunu gösterir.

Tekâmül açısından kendi farkındalığımızın arması için gölgemizi kullanabiliriz. Evrende Zıtlık Yasası bizim varoluş sebebimizin kaynaklarından birisidir. Var olan her şey zıttı ile var olmak zorundadır. Bu yasaya göre zıt tarafların biri varsa diğeri görünmez olur. Örneğin gündüz olduysa gece görünmez olur. Peki gece yok mu olur? Hayır sırasını bekler ve gündüz gidince yerini alır. İkisinin aynı anda olması mümkün değildir. Biri varsa diğeri kaybolur. Zıtlık Yasası gereği bizim dışarıdan görünüş şeklimizi zıttı içimizde gizlidir. Gizli olan bu bölüme gölge diyoruz. Çok dürüst bir insanın gölgesinde sahtekarlık yatar. Dürüstlük dışa vurulmuş, sahtekarlık ise bastırılmıştır. Çok cesur birisinin gölgesinde korkaklık yatar.  Anlayacağınız zıtlık ilkesine göre sizin zıttınız da sizinle yaşar. Gölgenizi tanımanız ve onu kabul etmeniz tekâmül açısından çok önemlidir. Daha önce anlattığım gibi çekim yasası ile kendinize çektiğiniz hayatın bir kısmı gölgenizle alakalıdır. Çok dürüst bir insan iskambil oynayarak gölge tarafını tatmin edebilir. Çok cesur birisi korku filmleri seyretmeyi seçebilir. Sizin gölgeniz kendinize çektiğiniz hayatın bir parçasıdır. Bu da tekamülünüz ile alakalıdır. Siz merkezde neye ihtiyaç duyuyorsunuz? Dersin başlığı budur.

Hayat bir zaman periyodudur. Olaylar başlar, devam eder ve biter. Esasında bu Düzen Yasası’nın bir kuralıdır. Var olan her şey bir düzen içerisinde varlığını sürdürür. İnsan doğar, bebeklik yaşar, çocuk olur, gençlik yaşar, olgunluk ve sonrasında yaşlılık vardır. Her insan bu sıradan geçmek zorundadır. Doğar doğmaz gençlik yaşanamaz. Tekamülde de bir düzen vardır. Olay başlar, devam eder ve biter. Başlama ile bitiş arasında yaşananlar dersin konusudur. Dersi anladıysanız sizde bir kavram oluşur. Bu kavram oluştu mu oluşmadı mı bu da dersin sınavıdır. Kavram oluşmadıysa bir süre dinlendikten sonra tekâmül kendisini tekrarlar. Farklı zamanda, farklı şekilde ve farklı insanlarla tekrar ders başlar. Dersin sonunda başarı sağlanamadıysa yine tekrarlar. Bu aslında haksızlık gibi gelse de bize tekrar verilen şansı anlatır. Neden hep aynı şeyleri yaşıyorum diyorsanız tekâmül kısır döngüsüne girmişsiniz demektir. Hemen olaya odaklanmanız gerekir. Yoksa ömür boyu aynı şeyleri yaşamak zorunda kalacaksınız. Buda ve ilgili inanç sistemi, bu hayatta öğrenmeniz gerekeni öğrenemezseniz, karmik olarak borçlanacak, diğer hayatınızda tekrar öğrenmek için tekamülü yeniden yaşayacaksınız der. Esasında dindin ve üstat olarak gördüğünüz kişiler bu döngüden çıkmayı başaran kişilerdir. Hayatın kendisinin bir gerçek olduğunu düşünenler asıl gerçek olan deneyimi kaçıracaklardır. Amaç yaşamak değildir. Yaşamak bir araçtır. Amaç öğrenmek ve olgunlaşmaktır. Gerçek olan hiç yok olmayacak olandır. O da tekamüller sonucunda doldurduğunuz ruhsal hafızanız olacaktır.

Tekâmül süreçlerinde en çok zorlanılan şey zaman konusudur. İnsanlar başlarına gelene bakıp bunun sonsuza kadar süreceği kanısına kapılırlar.  Bahsettiğimiz gibi başlayan şey mutlaka bitecektir. Burada Ritmik Salınım Yasası devreye girer. Bir ipin ucuna bir taş bağlar ve serbest bırakırsanız salınmaya başlar. Bir sağa bir sola salınım hareketi yapar. İşte tekâmül sağa doğru salınıyorsa bir süre sonra salınım duracak ve diğer tarafa doğru devam edecektir. İşler giderek kötüye gidiyorsa salınım durmaya yakın demektir. Bu da salınımın zıt tarafa doğru devam edeceği anlamına gelir. O zaman sevinmek gerekir. Ben işler kötüye gittikçe daha çok umutlanırım. Aynı konuya bir basketbol topu örneği de verilebilir. Bir basketbol topunu havada bırakınca yere çarpar ve tekrar yükselir. O topun yere çarpması gerekir. Yere çarpmasa tekrar yükselemez. Çoğu kişisel gelişim yazarının girişte hikayelerini okurken o yere çarpış anlarından bahsederler. Kaza geçirmişlerdir, kanser olmuşlardır, yakınlarını kaybetmişlerdir. Peşinden tekrar hayata dönüp mutluluğu nasıl yakaladıklarını bir mucize gibi anlatırlar. Oysa olay bir mucize değil basit bir evrensel yasadır. Basketbol topu yere doğru ilerledikçe yükselmek için ihtiyacı olan enerjiyi toplar. Aşağı iniş sırasında hareketi ve enerjisi artar. Yere vurduğunda aslında düşüş gücüyle yukarı zıplar. Hayatınızda kötü giden bir dönem yaşıyorsanız işte tekrar yükselişin enerjisini topluyorsunuz demektir. Bu dönem umutsuzluk dönemi değil, umutlanma dönemidir.

Yaşadıklarınız ne olursa olsun hissettikleriniz daha önemlidir. Zaman hissettiklerinizle alakalıdır. Kendinizi iyi hissediyorsanız zaman çabuk geçer. Kendinizi kötü hissediyorsanız zaman geçmek bilmez. Zamanın Efendisi olmak istiyorsanız önce Duyguların Efendisi olmanız lazım. Duygularınızı kontrol etmek istiyorsanız o zaman da Düşüncelerin Efendisi olmanız gerekiyor. Düşündükleriniz sizin hissettiklerinizi etkiler. Kötü düşünceler kötü şeyler hissettirir. Her şey yolunda olsa da kötü düşünüyorsanız kendinizi kötü hissedersiniz. Olay ne olursa olsun düşüncelerinize hâkim olur ve onları değiştirebilirseniz hissettikleriniz de değişecektir. İyi düşünceler iyi hislere dönüşünce zaman da çabuk geçecektir. Tekâmül açısından baktığınızda, tekâmül sürecinde düşünceleriniz ve onların yansıması olan duygularınız bu dönemi nasıl geçireceğinizi etkiler. Ben zor bir askerlik dönemi geçirdim. Benimle bu zorluğu yaşayan onlarca arkadaşım oldu. Düşüncelerime hâkim oldukça yaptığım işten zevk almaya başladım. Benim için askerlik denilen tekâmül süreci oldukça hızlı geçti. Sonucunda da fazla zihinsel ve ruhsal yara almadan atlattım. Yıllar sonra asker arkadaşlarımla bir araya geldiğimde askerlikten kalan psikolojik sorunlarla boğuştuklarını gördüm. Başınıza gelen her ne olursa olsun, onunla ilgili düşünceleriniz çok önemlidir. Bu düşünceleri olumlu yönde değiştirmeyi başarabilirseniz, hissettiklerinizi de düzeltirsiniz. Sizi yaralayan veya yücelten şey yaşadıklarınız değildir. Yaşadıklarınız hakkındaki düşüncelerinizdir.

 

Evrende var olan her şey enerjidir. Enerji temel yapı taşıdır. İlginç bir şeydir. Asla yok olmaz. Ancak şekil değiştirir. Var olduğu şekliyle ölçülebilir. Ancak varoluş temeli hakkında bir açıklama yapmak zordur. Örneğin ışık enerjisi göz bebeğinizden girerek göz sinirlerine çarpana kadar ışıktır. Göz sinirlerine çarptığı anda elektrik enerjisine dönüşür. Sinirler vasıtasıyla beyinde görme merkezine ulaşır. Bu merkezde yorumlanır ve anlam kazanır. Bu anlattığım tüm beş duyu için geçerlidir. Dışarıdan gelen bilgi hangi enerji formunda olursa olsun, beyine elektrik enerjisi olarak ulaşır. Gelen elektrik enerjisi ise beyin tarafından yorumlanır ve anlamlandırılır. Bu anlamlandırma oluşurken hafızamızda daha önceden depolanan bilgi ile harmanlanan yeni bilgi ya olduğu gibi kalır ya da değişir. Yaşanmışlık ve deneyimlerden öğrendiklerimiz bizim düşünce kalıplarımızı oluşturur. Aslan gördüğümüzde bizi yemek istediğini biliriz. Ancak küçük bir çocuk aslan gördüğünde onu sevmek için ona doğru koşar. Aslan ve tehlike bizim için kalıplaşmış bir düşünce şeklidir. İki düşünce birbirine yapışmıştır. İnanç haline gelmiştir. Bu doğal olarak yaşamamız gereken bir olaydır. Ancak bunun yapay tarafı da vardır. Yani deneyimlemeden bize öğretilen şeyler. İki düşünceyi birbirine yapıştıran bir sistem. Bilgi bir enerjidir ve yalın olarak bulunur. Bize geldiğinde beyin tarafından yorumlanmadan önce inançlarımızca denetlenir. İnançlarımıza ters olan bilgiler hemen geri yansıtılır, yorumlanmasına fırsat vermeden uzaklaştırılırlar. İnançlar ile sabit olan bilgi kişi için gerçek demektir. Bunu dışına çıkılırsa gerçek olmaktan uzak bir bilgi anlamına gelir. Oysa bilgi gelirken oldukça gerçek gelir. Kişi için durum değişir. Kendi gerçekliğimizi oluşturan parçalara bakmamız gerekir. İki türlü bilgi şekli vardır. Birincisi deneyimlenmiş bilgidir. Beş duyu ile deneyimlenmiş gerçek. Diğeri ise sanıdır. Beş duyu tarafından deneyimlenmemiş bilgi. Size Mısır piramitleri anlatılmış, resimleri gösterilmiştir. Bu sanıdır. Bunun gerçek bilgi olması için sizin Mısıra gidip o piramitlerin üzerinde dolaşmanız, taşlarına dokunmanız, oranın havasını koklamanız gerekir. Deneyim budur. Deneyim ile gelen bilgi gerçek bilgidir. Oysa sanılar hayatımızda deneyimlerimizden fazla yer kaplamaktadır. Edinilmiş deneyimlenmeyen bilgi de gerçek kabul edilir. Sizin iki türlü gerçeğiniz vardır. Birincisi yaşayarak öğrendikleriniz. İkincisi yaşamadan öğrendikleriniz. Toplum kültürel bir miras taşıyıcısıdır. Geçmişte yaşanan gerçek olayların sonucunda öğrenilen gerçek bilgiyi gelecek nesillere taşımaya çalışır. Oysa bu yeni nesil için gerçek bilgi değil sanıdır. Yeni nesil, onlardan önce öğrenilmiş bilgiyle donatılırlar. Bu onlara ait değil atalarına ait bilgidir. Çoğu da güncelliğini yitirmiş, başka bir zamana aittir. Toplum bu bilgiyi nesilde nesle dayatarak öğretir. Kesin çizgileri ve katı kuralları olan bu bilgiler reddedilemez. Temelde geleceği korumak için oluşturulmuş bu sistem bir süre sonra zarar vermeye başlar. İnsanı kendi kalıplarında istediği şekle sokar. Oysa insanın en önemli özelliği benzersiz ve özgün oluşudur. Toplumsal kalıplar farklılıkları tehlike olarak görürler. Bu yüzden insan kişiliğini kendine has ve özgür biçimde ifade edemez. Kalıplara girer. Kendisi olamaz. İşte aksilikler burada başlar. Kendisi gibi olamayan kişi hayattan yeteri kadar zevk alamaz. Veya yapay zevklerin peşine düşer. Amaçlarla araçları birbirine karıştırmaya başlar. Hayat giderek zorlaşır ve yaşanmaz bir hal alır.

Bunu daha iyi izah eden bir deneyden bahsedeceğim. Pire deneyi. Cam bir fanusun içerisine pireler koyan bilim adamları fanusun üzerini cam bir kapakla kapatırlar. Alttan ısıtmaya başlarlar. Ayakları yanan pireler zıplayıp fanusun içinden çıkmaya çalışırlar ancak kafalarını cam kapağa çarparlar. Bir süre sonra pireler ayakları yanınca zıplama yüksekliklerini ayarlamayı öğrenirler. Kafalarını cam kapağa çarpmayacak bir yüksekliğe zıplamayı öğrenirler. Bilim adamları bir süre sonra cam kapağı kaldırırlar. Pirelerden hiçbiri kaçmaya teşebbüs bile etmez. Çünkü belli bir yükseklikten sonra kafalarını cam kapağa vuracakları konusunda inanca sahip olmuşlardır. Cam kapak kaldırılmıştır ancak engel artık onların zihinlerindedir.

Doğal olmayan her şey zararlıdır. Doğal olmayan yiyecekler, içecekler, iş ortamları, arkadaşlıklar bunların hepsi zarar verir. Peşinden fiziksel ve ruhsal hastalıkları getirir. Fiziksel hastalıkların çoğu doğal olmayan beslenmeyle alakalıdır. Daha ucuza ve daha büyük meyve-sebzelerin genetikleriyle oynanmış olmaları onları daha kazançlı hale getirebilir. Hatta bu yüzden hasta olmaları ilaç satışını da arttırabilir. Yapay ilişkiler meyve-sebzelerden geriye kalmaz. Ruhsal ve psikolojik bozuklukları tetikler. Sosyal ortamda rollerini gerçekleştirmiş olmak yeterliymiş gibi yaşayan insanlar vardır. Anne gibi davranırlar. Baba gibi davranırlar. Esasında ne anne ne de baba olabilmişlerdir. Böyle bir ailede yetişmiş, sevgiye aç insanlar vardır. Büyüdüklerinde psikolog veya psikiyatrist sorunu çocukluğunda arayacaklardır. Doğal olmayan bir aile nasıl sağlıklı bir birey yetiştirebilir. Toplumun en küçük yapıtaşı aile ise sağlıksız ailelerden sağlıklı bir toplumun oluşmasını nasıl bekleriz?

İşte amaçlarla araçların birbirine karıştırılması kötü sonuçları doğurmakta amaç iyi bir çocuk yetiştirmek olmalıdır, iyi bir anne değil. Toplumun size nasıl baktığı üzerinden bir aile düzeni kurmanızla alakalıdır. Eğitim kurumlarında da durum böyledir. Gerçekten işini iyi yapan öğretmen-eğitmenler olmasına karşı, işini sevmeyen ve dersini anlatıp sınıfı terk eden öğretmenler de vardır. Öğretmenmiş gibi davranmak amaç ile aracı birbirine karıştırmaktır. Amaç iyi bir nesil yetiştirmektir, daha çok para kazanmak değil. İşte bu kavram kargaşalarının temelinde inançlarımız ve düşünce kalıplarımız vardır. Emin olun bunların çoğu bize ait değillerdir. İnandırılmış olduğumuz sanılarımızdan başka şeyler değillerdir. Çalışmazsam aç kalırım düşüncesi bir inanç kalıbıdır. Çalışma ve aç kalma birbirine yapıştırılmış iki konudur. Her insan bu hayata gelirken ihtiyaçlarını da getirir. Yeni doğmuş çocuğunuz kendi kısmetini de getirmiştir. Bunun sizin çalışmanızla bir alakası yoktur. Kısmetiniz gelir ve sizi bulur. Bu yazdığım tamamen düşünce kalıplarınıza ters biliyorum. Sizin düşünce kalıplarınız gerçeği ne kadar yansıtıyor? Doğada ihtiyacınız olan her şey mevcut. Yalnız siz ayağınıza hazır gelmesine alıştığınız için paraya ihtiyaç duyardınız. Oysa ihtiyaç duyduğunuz her şey zaten doğada mevcutken, olmadıklarını iddia etmek ne kadar gerçekçi? Birileri sizin için buğday eker. Diğeri sizin için onu öğütüp un yapar. Bir diğeri bunu alıp ekmek yapar. Siz parayı basar o ekmeği hazır alır yersiniz. Bunca emeği görmeden, bilmeden o ekmeğin bir kısmını da çöpe atarsınız. Hadi ekin buğdayı, öğütün unu, yapın ekmeği de görelim. Düşünce ve inanç kalıplarınız yapamayacağınızı söyler. Ama bir ekmek almak için kazanacağınız para uğruna saatlerce köle gibi çalışmaya razısınız. Düşünce ve inanç kalıplarınız öyle diyor diye.  

 

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam45
Toplam Ziyaret47369
Haberler

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.935533.0675
Euro35.748235.8914
İşinizi Kolaylaştırın